1859 YILINA KADAR DOMATES YEMEDİK

Bugünlerde konserve ya da dondurulmuş olarak kışa domates hazırlamayan aile neredeyse kalmadı. Büyüklerimizin banadura dediği  bu kutsal meycennin Adana özelindeki yerini anlatmanın tam zamanıdır dedik ve öyle giriştik.

Adanalılar 1860 yılına kadar domates yemedi. İnanışa göre, akrepler bu albenili ürünün çekirdeğinden oluyordu.  Ayrıca, şu veya bu nedenle domates yiyenlerin bir kısmı iflah olmuyor, ölüp gidiyordu. Bitkisine dadanan hayvanlarda da benzer sorunlar yaşanmıştı.

Ne var ki bu mübarek bitki her yıl kendi tohumunu atıp yeniden çıkıyor, işin ehli kocakarı elinde ilaca dönüp, insanlar için vefa, dertliler için şifa kaynağı oluyordu. İlaç yapılırken pişirildiği kap yeniden kalaylanmadan asla bir daha kullanılamazdı. Öööyle mekruh bir bitki yani… Dahası var; bölgemize gelen Avrupalılar da çekiniyordu domatesten…

Neyse ki, 1859 senesinde, halkımızı Hıristiyanlaştırmak için gelen Amerikalı misyonerler her yanda bolamadı (Öz Adanacada “çok, fazla, bol” demektir) ve beleş domates görünce hapur hupur yediler ve ölmediler. Hasta bile olmadılar. Fakat iki noktaya dikkat ediyorlar; yaprağı patlıcanınkine benzeyene el sürmüyorlardı bir, kızarmamışa dokunmuyorlardı, iki… Zaten bir bölümünün yaprağı ayniyle patlıcani olduğundan, adına da Frenk Patlıcanı demiş bizimkiler. Amerikalılardan cesaret alan seleflerimiz önce gıdım gıdım, sonra lokma lokma ve derken okkalarla yemeye başlamış bu Frenk Patlıcanını. Pek te sevmişler; sek yedikleri gibi en azından kırk çeşit yemekte kullanmışlar. Yetmemiş, salçasını, o da kesmemiş, reçelini yapmışlar (Kanıt: evimizde her yıl yapılan ve ilk kez yiyenlerin hoşlanıp da inanmakta zorlandığı domates reçeli).

Bazı okurlarımız “Neden bu kadar geç?” diye soracaklardır. Vallahi o kadar da geç değil; hatta erken. Memalik-i Osmani’de, yani, Osmanlı memleketlerinde, büyük olasılıkla domatesi ilk yiyen şehirdi Adana. Hemen ekleyelim; Avrupalıların çok büyük bir kısmı ancak 1900’lü yıllara girilirken yemeye başlamış. Çünkü, onlar da domatesin zehirli olduğuna inanmışlar ve uzak durmuşlar. İşin derinliğine gidersek görürüz ki, özellikle patlıcanınki gibi yaprağı olan cins, yeşilken  solanin dedikleri zehirli bir maddeyi taşıyor. Yaprakları ve gövdesinde de yine zehirli madde var. Kim bilir, asırlar öncesinde ne tür olaylarla karşılaşmışlar ki, “Elleme cıss!..” diyerek uzak durmuş adem oğlu.

65 yıl kadar önce babam patlıcana benzeyen fideyi teslim ederken “Bu patlıcan değil; süs domatesiymiş. Aynı domates gibi meyve verirmiş ama, zehirli olduğundan yenmezmiş. Dik bakalım ne olacak!..” dedi. Avlumuzun bir köşesinde birer-ikişer kök ekip diktiğim sebzeler arasındaki patlıcan fidelerinden hiç farklı değildi. Saksı yerine daha çok 20 litrelik gaz, zeytinyağı veya peynir tenekeleri kullanıyorduk çiçekler için. Uygun tenekelerden birine diktim ve her gün birkaç kez büyümesini izledim. Çiçeği de tıpkı patlıcanınki gibiydi. Merakım giderek artmıştı. Günler geçmiyor gibiydi. Daha doğrusu bana öyle geliyor, halbuki zaman su gibi akıp gidiyordu. Koyu yeşil meyve kendini gösterdi. Gayet düzgün domates gibiydi. Derken kızardı ve çok yakışıklı, iştah açıcı, pırıl pırıl domates yetişti. Akrabalar, komşular bir yana, uzak semtlerden ziyaretçilerimiz oldu süs domatesini görmek için…

Tohumunu alıp birkaç kez yeniden üretmiş, fakat en küçük kız kardeşim yürümeye başlayıp da domatese uzanınca çekip atmıştım.

Öğrendim ki, son 40-50 yıldır bu domatesin kızarmışı artık birçok yerde kullanılıyor. Amerikalılar “Turuncu Türk Patlıcanı” anlamına gelen “Turkish orange eggplant” adını takmışlar… Anlayacağınız, adımızı Erdoğan ve Fetullah’tan daha çok söyleten nimet olmuş.

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor