SEYHAN’DAN GELEN FELÂKET KISA SÜREDE KENTE YAYILDI

İKİNCİ BÖLÜM

Seyhan Nehri Adana’mıza bereket veren ana damardır. Fakat Yeni Barajın hizmete girdiği 1956’dan önce bazı yıllarda sel olup can ve mal kayıplarına yol açabiliyordu. Yirminci Yüz Yılın en büyük felâketini de, 6 Aralık 1936 günü sergilerdi.

YAĞMUR, YAĞMUR HER TARAF ÇAMUR

O yıllarda ormanlarımız orman gibi, geniş alanlara yayılmıştı, güçlüydü, yoğundu. Ağaç kıyımı bu kadar fazla değildi. Küresel Isınma dediğimiz büyük belâ henüz bilim dünyasının gündemine bile girmemişti. Aralık ayları bol yağışlı geçerdi. Biz ilk ve orta okul öğrencisiyken, yağış bir başlar, günlerce, hem de hiç ara vermeden döker dururdu. Arada sırada gürültü çıkarsa da, kibar yağışlardı; bir düzeyde, ne çok az, ne çok fazla, orta karar olur, toprağın derinliklerine yavaş yavaş işlerdi. On günü aşkın sürekli yağışlarla defalarca karşılaştığımızı çok iyi anımsıyorum.

İşte, 1936 Aralığına girildiğinde, o sürekli yağışlarda biri daha hükmünü sürdürmekteydi. Ne var ki, bu kez alışılagelinmiş orta kararın üstüne çıkıyordu sık sık. Torosların eteklerinden itibaren yüzeyi tarayan yağmur suları yol tutup gele gele çaylara, derelere ve oradan da Seyhan Nehrine koştukça, kent içindeki su yüzeyi de yükseldikçe yükseliyordu. 5 Aralık günü ovanın güney yanı giderek genişleyen göl halini almıştı bile. Taşköprü başına görevlendirilen belediye memurları an be an nehrin ne kadar yükseldiğini ölçüp ilgililere bilgi veriyordu. Bilgi akış hızı hızlanmıştı. “Normal düzeyden 3 metre fazla… 3 metre 30 santime ulaştı… 3 metre 70 santimi buldu ve yükseliyor…” şeklindeki mesajlar belediye ve vilayette, nehir gibi endişeleri de kabartıyordu. Köylerin sel altında kaldığından herkes emin olmuştu bile…

MAHALLELERİ TELAŞ SARDI

Öğle saatlerinde Seyhan’ın suları artık mahalle aralarını da yoklamaya başlamıştı. Üstelik hiç de nazik değildi. Yükselmeyi sürdürüyordu. O yıllarda Adana evlerinin en az yüzde 80’i iki katlıydı. Ev halkı, her olasılığa karşı eşyasını üst kata taşımaya başladı. Can, malın yongasıydı… Tek katlı olanlarda ise, yağmura rağmen eşyalar dama çıkarılmaktaydı. İşyerlerinde de çuvallar tezgâh, teneke, fıçı, sandık veya sandalye üstüne yerleştirilmekteydi. Pek çok kişi de eşyasını kurtarmak için işyerine, deposuna veya evine koşmaktaydı. Hayvanlar çıldırmış gibi rastgele kaçışıyordu. İkindiye doğru Adana adeta mahşer yerine dönmüştü. Görevliler 5 metreye ulaşıldığını bildirdiklerinde, Tepebağ yükseltileri dışında kentin her yanı baskın altındaydı. Asri Sinema da filim izleyenler, belki de en heyecanlı sahneleri izlerken ayakkabılarının su altına kaldığını görüp dışarı fırlamışlardı.

BELEDİYE UN PEŞİNDE

Belediye ve Vilayet 1930’daki büyük seli elbette unutmamıştı. Bu defaki yükselme hızı belli ki öncekinden fazlaydı. Bir an önce un stoklarını güven altına almaya kalkıştıklarında, Arnavut Salih ve Cumhuriyet Un Fabrikalarının sular altında kaldığını gördüler. Neyse ki Doğruluk Fabrikasındaki stok henüz etkilenmemişti. Denilebilir ki, inanılmaz bir hızla, saymadan, tartmadan yüklenen un çuvalları uygun yerlere taşındı. Bu arada, oteller ve hanlar olası durumlara karşı uyarıldı. Evinde kalamayacak durumda olanlar için hazırlıklı olunması istenildi. Askeriyedeki botlar da depodan çıkarılıp kurtarma faaliyeti için hazırlanmaktaydı.

Akşama doğru nehir yüzeyi, normal düzeyin tam 5 metre 75 santim üstüne çıkmıştı. Saat 21:30’da telefon ve telgraflar çalışmaz oldu. Adana’ya ne Doğudan ne Batıdan, trenler de gelemiyordu. Can pazarı açılmıştı. Belediye memurları ve emniyet teşkilâtı cansiperane çalışarak mahsur kalmış insanlara yetişmeye çalışmaktaydı. Oradan buradan çökme ve yıkılma sesleri geldikçe korkular yoğunlaşmaktaydı… Korku ve endişeden dolayı, havanın buz gibi soğuk oluşunu bile fark edemez hale gelmişti  Adanalılar.

YARIN. GÖRÜLMEMİŞ TUĞYAN

 

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor