CUMHURİYET’İN KURUMLARI ADETA HIZIR GİBİ YETİŞİYOR

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM:
İkindiden sonra yağmurun durması az da olsa yarar sağlamıştı. Fakat nehir yükselmeyi sürdürüyordu. Nehirdeki kabarma hız kazandığında belediye ve vilâyet 1930 selini anımsayarak derli toplu hazırlıklara girişti. Doğruluk Fabrikasındaki un çuvalları taşınırken, zabıta ve emniyet ile İstihkâm Birliğinden görevlendirilen askerler kent içinde bulabildikleri at arabalarını yönlendirdi. Kurtarma ve taşıma işleri için yönlendirdi.
Cumhuriyetin yarattığı çağdaş ve düzenli kurumlar o müthiş felâketin en az zararla sona erdirilmesi için canla başla koşuşturuyordu. Su İşleri ile Jandarmadaki lastik botlar kullanılarak mahsur kalmış insanlar otellere, hanla yerleştirildi. Okullardaki öğrenciler de belediyenin sağladığı at arabalarıyla taşındı. Kızılay, olağan üstü gayretle felaketzedelere sıcak yiyecek ulaştırıyordu. Su altında bile çalışmasını sürdüren fırınlarda yüzlerce, binlerce ekmek imdada yetişiyordu. Böylece, şehirde can kaybının olmadığı haberi yüreklere damla damla da olsa su serpiyordu.
UYKUSUZ GECENİN SABAHINDA DURUM
Gece yarısına doğru, caddelerde bile bir buçuk metreye ulaşmış sular da yavaş yavaş çekilmeye başladı. Sabahki durum şöyleydi…
Sel öfkesini yitirirken yitirilen canların, telef olan hayvanların, yıkılan damların sayıları da yavaş yavaş beliriyordu. “Yavaş yavaş” diyorsam, o yılların koşulları altında erişilebilecek en hızlı biçimde toplanıyordu veriler. Düşünebiliyor musunuz; telefon yok, çamur deryası içinde atla nereye kadar, ne kadar hızlı gidebilirsiniz… Koca Adana’da bir elin parmakları kadar traktör var ama yollar yol değil ki; biraz uzak köylere sadece ham yolla, hatta patikalarla ulaşılabilmekte.
Akkapı, Mıdık, Hadırlı, Mihmandar gibi yakın köylerden bazı bilgiler alınabildi. Kayıp 50 kişinin can verip vermediği hakkında ilk iki gün bilgi alınamadı. Yıkılan bina sayısı tahminlerin çok üstündeydi. Hemen yakın çevreden alınan bilgiler, hayvan telefatının da çok yüksek olduğunu, tarım ürünlerinde hayır kalmadığını gösteriyordu. Üçüncü gün, kayıp 50 kişiden 33’ünün cansız bedeni bulundu. Daha fazla olmaması için dualar ediliyordu. Daha Güneyde kalan ve nehir kıyısında bulunan köylerden ise henüz haber alınamamıştı.
9 Aralık günlü Türk Sözü Gazetesinde Nevzat Güven imzasıyla yayımlanan yazı şöyle başlıyordu:
“Seyhan’ın bu son ve korkunç şekildeki tuğyanı (taşkını) Adana’nın gördüğü ikinci büyük felakettir. İki büyük istila Adanalılara büyük bir matem devresi yaşatmıştır. Birisi umumi harbi müteakip (Birinci Dünya Savaşını takiben) Fransız İstilası, diğeri de Seyhan’ın bu defaki istilası…
Üç günden beri korku, heyecan ve daha sonra da derin bir teessür içinde yaşıyoruz. Şehirde bir matem havası var. Yıkılan binlerce evler, ölen, yaralanan insanlar, sokakta, han ve cami köşelerinde çırıl çıplak kalan insanlarla Adana hakiki bir facia sahnesi halinde…”
Anlaşılıyor ki, sayısız cinayetlerin, akıl almaz işkencelerin, ırza tecavüzlerin yaşandığı işgal yıllarıyla neredeyse aynı ağırlıkta bir felaket tarifi yapılıyor bu yazıda.
YARIN: ÜÇÜNCÜ GÜNÜN RAPORU