BAZILARINA 1 NİSAN BİZİM İÇİN ‘AY’ NİSAN
Dünkü hararetli sandık sonuçlarının bazılarını buz gibi soğuk “Bir Nisan şakası” gibi şoke ettiği kesin. Bize düşen, Milli İrade’ye saygı göstermek ve saygı beklemek. Velakin bu yazının siyasi cephesi yoktur. Niyetimiz, takvimdeki 30 günlük aylardan Nisan hakkında ve Adana özelinde azıcık bilgi paylaşmaktan ibarettir.
Adana’da baharın coştuğu, arıların çiçeklere koştuğu, kuşların cıvıldaşarak uçtuğu, çağlanın pazara düştüğü, turuncun-portakalın çiçekle doluştuğu ılık, bol yeşillikli aydır… Adı, Babil dili ve Süryanicedeki “Nisanna – Nisannus” sözcüklerinden geliyormuş; güneş, güneşlenme gibi anlamı varmış.
Elimizdeki 1917 – 2017 arası 90 yıllık kayıtları incelerken baktık Nisanda Adana’mız gün içinde kaç saat güneş alıyor diye; ortalama 7 saat 6 dakika bulduk. Ortalama sıcaklık 17,5 derece. Ortalamalarla en yüksek sıcaklık 23,6, en düşük sıcaklık 11,8 derece olarak hesaplanmış. En sıcak gün 24 Nisan 2008’de 37,5 olarak ölçülmüş. En düşük Nisan sıcaklığı ise EKSİ1,3 dereceyle 11 Nisan 1997’de yaşanmış. Yağışa gelince; ortalama miktar metrekareye 51 kilo 300 gram. Bu da, 10 gün içinde düşüyor.
ŞAHANE İNCİNİN MASALI
Nisan yağmurunun bereketi ve fazileti üzerine asırların gerisinden gelen türlü söylentiler var. Mesela, ilk damlası denize düşmek üzere iken istiridiyenin açık kanatlarına isabet ederse, o damla “Dür-rü şahvar”, yani sultanlara layık, çok iri ve saf mı saf inci olur(muş). Yine, ilk damlalardan biri yılanın ağzına gelirse, hayvanın kesesine zehir dolar(mış).
Mehmet Akif Ersoy, “Çanakkale Şehitleri” şiirinde, vurulup yatan askere türbe olarak nisan bulutunu düşünmüş ki, “Ebr-i nisanı açık türbene çatsam da tavan” diyerek bir bakıma kutsuyor. Burada ebr, bulut demek.
“BİR NİSAN ŞAKASI”
Şaka denildiğine bakmayın; aslında hüzünlü, ıstıraplı bir olaydan kalmadır. Hikaye şöyle… 15’inci yüzyılın sonlarına doğru, Endülüs Müslümanlarının son kalesi uzunca bir süredir haçlı ordusu tarafından kuşatma altındadır. Haçlı komutan, direnen Müslümanlardan kaleyi alabilmek için güvendiği ne kadar tilki-fikirli adamı varsa etrafına toplayıp çare arar ve nihayet oy birliği ile kabul edilen planını uygulamaya koyar. Bir elinde Kur’an, diğerinde İncil, kaleye yaklaşıp seslenir:
- İki kitaba yemin ederim ki, bu akşama dek, teslim olursanız kimsenin kılına dokunulmayacak!..
Müslümanlar, çoluk-çocuğu da düşünerek teslim olmaya karar verirler. Ertesi sabah haçlı komutan “Müslümanların hepsini öldürün!” emrini verir. Bunun üzerine kaleyi teslim eden komutan, “Söz vermiştin, kimsenin kılına dokunulmayacaktı. Kur’an’a yok diyelim, İncil’e de mi saygın yok?” diye kükremiş. Haçlı komutan pis pis sırıtarak, “Kitaplara saygım var…” demiş ve etrafındakilere bakarak kahkahayı savurup “Sözümü tuttum, dün içindi. Dün 31 Mart’tı, bugün 1 Nisan. Bugün için sözüm yok” demiş ve emrini uygulatmış…
Çok iyi hatırlarım; eskiden yerel basınımızda da “Bir Nisan” şakaları yapılırdı.Özellikle spor sayfalarında herkesi heyecanlandıracak başlıkla uydurma habere verilir, yazının sonuna da “Nisan biiiiir!” eklenirdi.
Esnaf arasında da bazen kavgalara yol açan ağır şakalar yapılırdı. En yaygın şaka da “Oğlunu karakola çekmişler, birini vurmuş” ya da “Lan ne duryon, koş get sizin dam çökmüş” gibi orta sıklet yalanlarla yapılırdı. Kurban büyük bir telaşla fırlayıp koşarken kahkaha patlatılır, “Bir Nisaaaan!” diye bağrılarak perde kapatılırdı.