LEHİMCİLER

Sokaklarımız hizmet erbabının geçit ve kazanç alanı sayılırdı. Seyyar satıcılar kadar, seyyar ustalar da her on beş-yirmi adımda bir seslenerek geçerdi. Aralarında, lehimciler de vardı. Omuzlarında gereç torbası, kollarında mangal, “Lehimci geldi, lehimciii!..” diye bağırırlar, abartısız her sokakta en az üç-beş kez çağrılırlardı.

Çocukluğumuzda helke, yani kova çok önemliydi. Tulumbadan çekilen su yemek için, temizlik için, saksı sulamak için gerekli su helkeyle taşınırdı. Ayrıca bir çok gereç de tenekeden yapılırdı. Bunlar delindiğinde, bir şekilde yarıldığında lehimlenmesi zorunluydu. İspirto ocağı, gaz ocağı, ibrik ve parç (Suyu bir kaptan diğer kaba aktarmak için kullanılan kulplu, büyükçe maşraba) gibi gereçler, hatta damdaki çinko için sık sık lehim ihtiyacı doğardı. Bunların yanı sıra mutfak gereçlerinin pek çoğu içi kalaylı bakır eşyalardı. Bunlar kalayı silinince tekrar tekrar kalaycıya götürüleceğinden, çamaşır yıkama gibi sık kullanım gerektiğinde teneke leğenler yeğ tutulurdu. Bakırlar da sık olmasa da kazaya uğrar, lehimci eline teslim edilirdi.

“LEHİMCİ” DEYİP GEÇEMEZDİK Kİ!..

Netice-i kelâm, yani sözün sonucu olarak diyebiliriz ki, çocukluğumuz ve delikanlılığımız yıllarında lehimcilik hatırlı zenaatlar arasındaydı.

Lehim, iki metalin birbirine yapıştırılması anlamındadır. Arapça “Lehm”, yani et sözcüğünden gelir. Boşluğa ya da araya “et doldurmak, etlendirmek” anlamındadır. Kısacası, bir çeşit mütevazı kaynak yerine geçerdi.

Lehimci çağrılınca, avlu kapısının yanında veya içeriye davet edilmişse avlunun uygun bir yerine mangalını kurup kömürü tutuşturur, körükle de kısa sürede akkor haline getirirdi. Küçük çekiç düşünün. Dar tarafı biraz daha keskince, kaba tarafından da demir sapa tutturulmuş çekiç benzeri gerecin adı havya’dır. Usta bunu adamakıllı ısınması için mangalına koyduktan sonra lehimlenecek yerleri önce asitle temizler. Sonra da, havyayı nişadır denilen taş benzeri beyaz kütleye sürüp lehim çubuğun ucunu onarılacak yere yaklaştırır. Sıcak havyanın keskin ucu değdiğinde lehim erir ve salise içinde katılaşıp onarımı tamamlar. İşlem bu!..

BİR DE BAKMIŞLAR Kİ LEHİMCİLER YOK

Sene 1915… Birinci Dünya Savaşı patlamış, Osmanlının başı ciddi dertte. Durumdan yararlanmak isteyen azınlıklardan bazıları da iç kargaşa çıkarma peşinde. Padişahımız Efendimiz bir fermanla, başta Adana ve çevresindekiler olmak üzere Memalik-i Ali-i Osmani’de mukim (Yüksek Osmanlı memleketlerinde yerleşik) Ermenilerin başka illere taşınmalarını buyurmuş. Ferman, İstanbul Ermenilerini ayrıcalıklı tutup “Yerlerinde kalabilirler” demiş.

1909 Nisanında, iki taraftan en az 4000 kurban verilmesine neden olan İğtişaş’ın yaktığı kin ateşi henüz sönmüş fakat külü soğumamış. İslam ahali tarımla, askerlikle, namaz-niyaz ve zikirle vakit değerlendirirken(!), gayrimüslimler ticaret, zenaat, üretim sayesinde paraya para demiyor. Koşullar böyle… Ferman Adana’ya ulaşınca Ermenilere yol görünmüş. Sözü geçerli bir çok Müslüman “Yapmayınız, etmeyiniz… Asırlara dayalı dostluğumuz var. Biz onların yortularını kutlarız, onlar da bizim bayramımızı. Aramızda din kaynaklı en ufak bir sürtüşme yok.” diye başvurmuş ama ferman dediğin kılıçtan keskin, işe yaramamış. Ağlaşmışlar, sarışmışlar, helalleşmişler ve göç olmuş

Aradan bir ay geçmiş geçmemiş, bizimkilerin kalaya ve lehime ihtiyacı var, var da, işi yapabilen kimse yok. Bu tür bilgi-beceri isteyen işlerin tamamını Ermeniler yapıyormuş. Eee, Ermeni de yok… Haydaaa, akla hayale gelmeyen sıkıntı ortalığı kasıp kavurmuş mu kavurmuş. Evdeki mutfak eşyalarının en önemlileri, örneğin tencereler, tavalar ve sahanlar hep bakırdan. Sadece onarımları değil, belli sürelerde kalaylanması gerek; kalaylanmazsa, “Bakır çalığı” denilen bir zehir üretirler çünkü.

Dert o denli büyümüş ki, vilayet yetkilileri konuyu İstanbul’a iletip çare istemiş. Sonunda çare bulunmuş. İşi bilen ve askere alınmış olan Ermeniler askerlik görevini bölgemizde ve lehimci-kalaycı olarak sürdürmüş. Sürdürürken de, yanlarına çırak verilen açıkgöz gençlerimize mesleğin sırlarını öğretmişler de, eshab-ı mesalih büyük dertten kurtulmuş..

Elli-altmış yıldır lehimci beklendiğine ne tanık oldum, ne de duydum…

 

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor