MUASSIR MEDENİYET-2

Kapitalist dünya sisteminde emperyalist ülkeleri yakalamak mümkün değildir. Kapitalist sistem hiyerarşik bir yapılanmadır.
Piramide benzeyen bir yapı ve işleyiş söz konusudur. Piramidin aşağılarında yer alanlar, yukarıdakiler tarafından sömürülürler.
Aşağıdan yukarıya doğru kaynak (zenginlik) akışı söz konusudur. Aşağıdakilerle yukarıdakiler arasında sömürü, bağımlılık, hakimiyet, tabiyet ilişkisi söz konusudur.
Başka türlü söylersek, aşağıda yer alanlar yukarıdakiler lehine sürekli olarak yoksullaşır-kimliksizleşir… Sistem doğası gereği, aynı anda zenginlik ve yoksulluk, Gelişmişlik ve Az gelişmişlik üretmeden yol alamaz-var olamaz…
Aşağıdakilerin tepeye tırmanması asla mümkün değildir.
Velhasıl kapitalist dünya sistemi tam da tahtravalli gibidir. Kapitalist-emperyalist dünya sistemi dahilinde Muassır Medeniyet denilen yakalamak hem mümkün değildir ve hem de zaten arzulanan bir şey de olmamalıdır.
Orada sizi cezbeden ne var ki!..
Emperyalist batının şımarık zenginliği mi dikkatinizi cezbediyor!..
Eslonda Ekolojik Sınır da yakalamaya izin vermez!..
Mesela tüm ülkeler ABD kadar üretseydi, tüketseydi, onlar gibi yaşasaydı, 1970-2017 döneminde doğadan yaklaşık 2.5 trilyon ton metaryal çekilmiş…
Bunun büyük bölümünü zengin batı ülkeleri tarafından kullanıldığını söylemeye gerek var mı…
Doğadan çekilen bu kaynağın 1.1 trilyon Sürdürülebilirlik Sınırının üstünde. Başka türlü söylersek, doğanın ürettiği yeni kaynaktan yaklaşık %40 fazlası kullanılmış.
1980’de 25 Ocak Kararları’yla alınan viraj, tam bir Komradorlaşma tercihiydi. O tarihten sonra ekonominin rotası Diş Belirleyicilere emanet edilmişti.
Ekonominin üretici temeli hızla aşınmaya devam etti. Komradorlaşmış bir ekonominin iç eklenmesi etkisizleşir, farklı sektörler arasındaki karşıtlığın ve tamamlayıcılığın yerini dışarısı, dış belirleyiciler alır.
Ekonomi dış belirleyiciliklerden daha çok etkilenir, yara alabilir hale gelir. Tabi saman ve et ithal etmek de olağanlaşır.
Dinci AKP, 24 Ocak kararlarıyla başlayan süreci nihai sınırına taşıdı. Ülkemizde siyaset bütçenin ve hazinenin yağmalanması demektir.
Özellikle AKP bütçenin ve hazinenin yağmalanmasında ötesine geçti. Müşterekleri ve doğa yağma ve talanını da denkleme dahil etti. Şu an itibarı ile artık metalaştırılmamış, özelleştirilmemiş, yağmalanmamış, talan edilmemiş, soysuzlaşmamış hiçbir şey kalmadı.
Türkiye ekonomisi ve toplumu tam bir çöküş tablosuna hapsolmuş durumda. Müşterekler dahil, her şeyin özelleştirildiği, özel mülk kategorisine indirgendiği bir toplumsal yaşam sürdürülebilir değildir.
Zira, müşterekler (ortak yaşam kaynakları, araçları, alanları) toplumu-insanları bir arada tutan değerlerdir-tutkaldır.
Çöküş tablosundan çıkmanın yolu, geride kalan dönemde toplumdan çalınanı, gasp edilen asıl sahiplerine iade etmekten geçebilir.
Bunun içinde üretim ve yaşam araçlarını devletleştirmekten ziyade sosyalleştirerek demokratik bir ekonomik-ekolojik-sosyal planlamayla yola devam etmek gerekiyor.
Radikal bir perspektif ve paradigma değişikliği olmadan çöküş tablosundan çıkmak mümkün olamaz. O halde, neyin olmayacağından hareketle, yeni paradigmayı vakitlice ete-kemiğe büründürmek gerekiyor ve bu mümkündür.
Ülke ekonomisi bozulmuş bostana dönmüş. Bostanı bozan, talan edenler hala köpeksiz köyde deyneksiz gezebiliyorlar.
Oysa sokağa çıkacak olmaları bile mümkün değilken, pişkin pişkin, sanki bu ülkeyi 20 yıldır, hem de tek başına başkası yönetiyor gibi 14 Mayıs’ta Millet Yeter Artık diyecekmiş muhalefete….
Güler misin-ağlar mısın. İnsanların aklıyla dalga geçmek denmez mi buna!…