SEÇİM SATH-I MAİL’İNDE SOPHIA LOREN DAMGASI

Sath-ı mail’i gençler bilmez; önce onu anlatalım…

Satıh, “yüzey, alan, düzlem” demektir. Mail de, “meyilli, eğimli” anlamını taşır. İkisi birden, eğik düzlem demektir. Günümüzde de, eskiden olduğu gibi, seçim arifesinde sık kullanılan terimlerden biri. Eğik düzleme girilmişse, yani şimdiki gibi, artık geri dönüş olmaz, seçime gidilir.

Sene 1965… 27 Mayıs İhtilalinden sonra ilk iddialı seçim. CHP zaten eski parti. Kapatılan Demokrat Parti’nin yerine kurulan Yeni Türkiye Partisi (YTP) zayıflarken, başına Demirel’in geçtiği Adalet Partisi (AP) adamakıllı palazlanmış. Bendeniz, o zaman çiçeği burnunda gazeteci müsveddesiyim. Günlük DİRLİK’te, Merhum Aydın Remzi Yüreğir’den ve en çok da, nur içinde yatsın, Büyük Usta Necati Enez Kâhyaoğlu’ndan feyizlenmişim. Kâhyaoğlu bir gün kalemini ve ceketini alıp Akşam Postası’na geçince, can arkadaşım, yoldaşım Abdülkadir Hasbutçu ile sayfa sekreterliği dahil gazeteyi yönetmeye başladık.

22 Ekim Milletvekili seçimlerinden evvel her gün manşeti ikiye bölüyoruz. Bir yanda İsmet Paşa kükrüyor, öte yanda Demirel bombalıyor…

Oylar kullanıldı, sandıklar açıldı ve gece yarısına doğru ilk sonuçlar gelmeye başladı. AP önde gidiyordu. Manşeti verdik, baskıya girdik. İlk provalar çıkarken, bazı yerlerin kesin sonucu ve büyük kentlerin de ilk sonuçları düştü ajansa. Karar verdik; ikinci baskı yapacağız… Öğlen saatlerinde 2’nci baskı dağıtıma çıktığında, 24 Ekim’in gazetesini hazırlamaya başlamış ve yine sabahlamıştık.

Sabah olduğunda sonuçlar neredeyse kesinleşmişti. Demirel’in AP’si zaferi kucaklamıştı.  Bir baskı daha yapmaya karar verdik. Matbaamızda en büyük harf 96 punto… Aklıma esti, daha büyük başlık için muşambadan harf kesmeye karar verdim. Tabii ki baskıya girecek harfler hep ters dururdu. Önce çizdim. Ardından makas-bıçak oymaya başladım. Saatlerimi aldı. Nihayet muşambadan kesilmiş harfleri yan yana getirip manşeti oturttuk ama vakit hayli daralmıştı. Mürettiphaneden sayfada hâlâ boşluk olduğunu söylediler. Klişe dolabından alelacele temiz ve Büyükçe bir klişe alıp altına iki satır karaladım. Sayfa kapandı. Klişe o zamanın teknolojisinde baskıda kullandığımız çinko üzerine işlenmiş fotoğraf kalıbı.

Kocaman kırmızı ve majiskül manşet esaslı olmuş, gazete kapışılmıştı. Sabaha karşı eve gittiğimde rahmetli anam “Oğlum 3 gündür neredeydin? Nerede yattın, ne yedin?” şeklinde soruları sıralayınca, zorunlu ihtiyaçlar dışında masadan kalkamadığımızı anımsadım. Bu arada bol bol simit ve çay tüketmiştik.

Gençlik işte… Üç ya da dört saat uyuduktan sonra Gazetenin sahibi Merhum Cevdet Akçalı’nın bürosuna gittim. Takdir bekliyordum. Odasına girdiğimde ayakta, başını eğmiş, masanın üstündeki gazetemize dalmış, daha doğrusu donmuş gibiydi. Selâmımı duymadı bile. Bir süre sonra sakin fakat vurgulu bir tonda konuştu: “Her şey çok güzel. Haber güzel, sunum güzel, emek güzel , manşet çok güzel. Peki bu göğüsleri meydanda kocaman Sophia Loren fotografının işi ne bu gazetede? Bizim okurlarımızın çoğu muhafazakar. Sabahtan beri beni arayıp bunu soruyorlar…” Gazeteyi kendime çevirip fotoğrafa dikkatlice baktım; tamam uçları pek net değil ama, Loren’in nefes kesen çıplak göğüsleri insanın gözüne batacak gibi ortadaydı. Mahcup olmakla birlikte, alımlı, şuh kadının hiç de fena durmadığını geçiriyordum içimden.

Hey gidi koca Sophia Loren hey!.. Her seçim sath-ı mailinde olduğu gibi, adını ne zaman duysam, görsem, 22 Ekim 1965 seçimleri gelir aklıma.

 

 

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor