DIŞ GÜÇLER HEDEFİ TUTTURDU ‘KIVILCIM’ KENTİ TUTUŞTURDU

YEDİNCİ BÖLÜM
Eskiler anlatırdı; kıyametin kopmasına yakın bazı işaretler olurmuş. Örneğin, ben diyeyim on, siz deyin elli fil büyüklüğünde bir hayvan türeyecekmiş yeryüzünde. Dabbet-ül-arz denilen bu heyûlâ hayvan yürürken yer titreyecek, tokmağın davulda çıkardığı ses gibi fakat korkunç gümbürtü çıkaracakmış adımları. Bir de, Hazreti İsa Doğu yönünden ve bu kez Mesih, yani kurtarıcı adıyla gelecekmiş. Son günde de, güneş Doğudan değil, Batıdan doğacak ve gün içinde İsrafil’in boru üfürmesiyle kıyamet kopacakmış.
Adana’da, kıyamet diyebileceğimiz olayların Dabbet-ül-arz’ı, her halde ortalığı kızdırıp kızıştıran, asırlar boyu sürmüş dostluk ve karşılıklı güveni imha eden Muşeg olmalıydı. İsrafil düdüğü de, iki Müslümanın öldürülmesiydi besbelli. Fanatik ve belki de özel görev üstlenmiş Ermeniler katilleri gizleyince, “Verirsin-vermem!..” dalaşı başlamış.
Esasen iki yıldır giderek gerginleşen havayı yumuşatmak isteyen taraf temsilcileri çözüm için uğraşırken birden bire bir cayırtıdır kopmuş. Rastgele sıkılan mermiler, daha ilk dakikada yüzlerce Adanalıyı sermiş yere. Olayla ilgisi olan her kişi yerine, Tanrı bilir, hiç habersiz elli kişi vurulmuş. Çılgınlık, korkunç alev gibi sarmış iki yanı. Kim kimi vurmuş, neden vurmuş bilinmez öyle durumda tabii… Hani, yarım saat, bir saat sürse, denmez ya, “Amenna!..” diyeceğiz, fakat ara vermeden patlamış silahlar, savrulmuş kılıçlar, bıçaklar, nacaklar… Akşamın geç vaktine dek sürmüş çarpışma. Gece bile oradan buradan silah sesleri duyulmuş. Her milletten, her inançtan Adanalılara uyku haram olmuş o gün ve ertesi gün ve hatta bir sonraki gün. Seyhan Nehri, insan kanıyla kızıla boyanmış…
RASTLANTI MI BU?
14 Nisan, rumî takvimle 1 Nisan’ın karşılığıdır. Bir gün öncesi olan 13 Nisan da, eski takvimle 31 Mart demektir. Bu sonuncusu, ülke tarihimizde “31 Mart Vak’ası” denilen İstanbul olaylarını anımsatır. Bu durumda, Adana Facialarının başlangıcı, İstanbul’daki 31 Mart Vak’ası’nın hemen ertesine denk geliyor. Pekiii, bu bir tesâdüf olabilir mi? Parantez açalım ve kısacık da olsa 31 Mart Vak’ası necidir, ona bakalım…
Vak’a, olay demektir. O gün, İkinci Meşrutiyet’in ilânından sonra yönetime karşı darbe teşebbüsüne geçildi. Asker tarafından başlatılmış olsa da, softalar tarafından dinî harekâta döndü. On üç gün sürdü. Hükûmet ilk gün istifa etti. İsyanın nedeni halâ net değil. Bir milletvekili, bir bakan ve sayısı saptanamayan çok sayıda sivilin can verdiği olaylar Selânik’teki Üçüncü Ordu ile Edirne’deki İkinci Ordu askerlerinin oluşturduğu ve Rumeli halkının da gönüllü katıldığı Harekât Ordusu tarafından üç günde bastırıldı. Ardından sıkı yönetim ilân edildi. İkinci Abdülhamit tahttan indirilerek yerine Beşinci Mehmet Reşat getirildi. İsyanı tetikleyip körükleyen 70 kişi idam edildi. 420 kişiye de çeşitli hapis cezaları verildi.
PARANTEZİ KAPATALIM; İstanbul olayları da, Batı dünyasının “Osmanlı çökecek…” hülyası içindeyken idaredeki yenilikler tekrar ayağa kalkma olasılığından doğan endişelerinin eseri olabilir. Adana’daki olaylar da beklenmedik boyutlara ve aniden erişmiş olması da bölgeye göz koyan dış odakların uzun soluklu plânlarının eseri değil mi? Yine, İstanbul olaylarından bir gün sonra başlayıp İstanbul’la aynı gün sona ermesi de rastlantı sayılabilir mi?..
Dikkate değer yanına bakalım; İstanbul’da askerlerin kalkışması ile Hükûmet daha ilk gün çekilmişken olaylar durmuyor, nasıl olduysa birden bire softaların harekâtına dönüşüp uzuyor. Adana’da da, Ermenileri Müslümanlara karşı kışkırtan güç veya güçler, en çok da imansız ve türedi softalar eliyle “Kâfirin Müslüman halka karşı hazırlıklarını” öne sürerek gerginliği üst düzeylere taşımışlardı. Büyüklerimizden dinledik; gerçek din adamları, hocalar, şeyhler, ve karşı tarafta da papazlar ateş çıkmaması için ellerinden geleni yapmışlar, fakat iğtişaş faciasını önleyememişlerdi.
YARIN: İĞTİŞAŞ BU, BAŞKA ŞEYE BENZEMİYOR