Türkiye’de adalete güven yok

Adana’nın duayen avukatlarından Erdem Tuğral, “Şu anki sözde adalet temsilcileri, hiçbir zaman bu denli iktidarın emri altına girmemişti’’ sözleriyle, Türkiye’de adalete olan güven duygusunun yok olmaya yüz tuttuğunu ifade etti. Tuğral, ‘’Ahlakı, dürüstlüğü üretemedik. Bu yapılamayınca geriye pozitif hukuk kaldı. Bizdeki kanunlar Dünya’da yok! Durmadan kanun yapıyoruz… Adalet ve eğitim sistemlerimizde çok ciddi eksiklikler var. Maddi anlamda çok şeyler yapıldı; köprü, yol gibi. Ancak milli gelirden eğitime ayrılan pay uzun yıllar yüzde 3 düzeyinde iken şimdilerde yüzde 4 düzeyine ulaşabildi. Toplumun ayakları üzerinde yükselecek; değerlerine yansımış bir eğitim yok’’ dedi.

***

Hukuksuzluğun karşısında yılmaz bir savaşçı: Av. Erdem Tuğral

Röportaj: Yener EKİNCİ

ADANA (BÖLGE) – Dünya’nın medeni ülkelerindeki yeni gelişmelere karşı bizim ülkemizde demokrasinin eksikleri hala giderilemedi, erkler ayrımı, yargı bağımsızlığı fiilen yok oldu, yargıya güven çok azaldı. Geriye doğru saymaya devam ettiğimiz bu noktada, şartların değişmesi için neler yapılması gerekir? Bu sorunun cevabını bilen birinden almak için Avukat Erdem Tuğral’ı bürosunda ziyaret ettim. Kendisi, mesleğinde 40 yılı geride bırakmış duayen bir isim…. 6 yıllık hakimlik tecrübesiyle de ömrünü adadığı hukuk camiasında saygın bir konuma sahip… Dolayısıyla; fikirleri, öngörüleri , değerlendirmeleri ve tavsiyeleri çok kıymetli… Kendisiyle yapmış olduğum röportajı ilgiyle okuyacaksınız…

Sizi biraz daha yakından tanıyabilir miyiz? Kısaca kendinizden bahseder misiniz?

Adana’nın İmamoğlu ilçesinde, 1951 yılında dünyaya geldim. Sırasıyla; İmamoğlu Atatürk İlkokulu, Kozan Ortaokulu, Kozan Lisesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini tamamladım. 1982 yılında, stajyer hakim olarak Adana’da hukuk camiasına adım attım. İstanbul Merkez Komutanlığında kısım amiri olarak, asteğmen rütbesiyle 16 aylık askerlik vazifem sonrası, 1983 yılında Adana’da bir yıl daha staj gördüm. Ardından yine Adana’da 3 yıl boyunca sulh ceza hakimi ve ağır ceza mahkemesi üyeliği görevlerinde bulundum. Daha sonra, 3 yıl boyunca da Diyarbakır’ın Kulp ilçesinde asliye ceza mahkemesi hakimliğinde bulundum. Şahsi sebeplerden ötürü hakimlik mesleğimden istifa ederek Adana’ya dönüş yaptım ve 1990 yılından bu yana avukat kimliğimle, adaletin tecellisine katkı sağlamaya çalışıyorum. Evli ve iki çocuk babasıyım.

Hakimlik göreviniz boyunca unutamadığınız bir anınız oldu mu?

Kulp ilçesinde, Devletin şefkatini vatandaşa hissettirmeye büyük itina göstermiştim. Bu kapsamda sadece adil kararlar vermekle kalmıyor, halkın ihtiyaçları ve sorunlarıyla da ilgileniyordum. O yıllarda, Kulp ilçesinin kaymakamlığını bir dönem Adana valiliği de yapan Cahit Kıraç yürütüyordu. Çalışmalarımızı onunla ortak sürdürüyorduk. Örneğin, liselerde öğretmen eksikliği nedeniyle yeterli eğitim yoktu. Bunu sağladığımız gibi üniversiteye hazırlık kursları da açtık. Eğitime üstün önem veriyorduk. Her pazartesi sabahı ve her cuma akşamı okulda yapılan bayrak törenlerine mutlaka katılıyor ve süreci yakından takip ediyordum. Gayretlerimizin karşılığını da uzun yıllar sonra Kulp ilçesinden onlarca öğrencinin üniversiteyi kazanmasıyla aldık. Yine, insanların başına bela olan çetelerle mücadele ederek tamamını yakalattık ve yargılayıp cezalandırdık. Meslekten istifa ettiğim gün, bayramlarda bile görmediğimiz müthiş bir kalabalık, adliye binasının da içinde yer alan hükümet konağı önünde toplanmış ve beni yolcu etmeye gelmişti. Yoğun kar yağışı yolları kapatmış ve arabanın ilerlemesine geçit vermiyordu. O insanlar, abartısız söylüyorum benim için kazmalarla ve küreklerle yaklaşık 5 kilometrelik yol açtılar. Orada biriktirdiğim anılarımı hiçbir zaman unutmuyorum.

Bir hukukçu gözüyle baktığınızda, Türkiye’de ki adalet sisteminde ne gibi eksiklikler görüyorsunuz?

Adalet sistemimiz o kadar perişan bir halde ki, bu soruya cevap vermek için nereden başlamam gerektiğini bilmiyorum açıkçası… En başta, Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulunda (HSYK) iktidarın temsilcilerinin bulunması, adaletin belini kıran en önemli unsur olarak dikkat çekiyor. Bunun yanı sıra; hakimlerimize coğrafi teminat verilmemesi ve onların tayin endişesi altında görev yapmaları da ayrı bir olumsuzluktur. Benim düşünceme göre, bir ülkede bulunması gereken en temel şeyler adalet ve eğitim olmalıdır. Batılı ülkeler, bu iki olguya çok büyük özen gösteriyor.

İnsanların adalete olan güven ve inancını yeniden tesis edebilmek adına, ne tür somut adımlar atılmasını bekliyorsunuz?

Adam birinci sınıf hakim… İktidarın işine gelmeyen bir karar verdiği zaman, hiçbir gerekçeye bile lüzum görmeden kaldırıp ücra bir ilçeye tayin ediyorlar. Hakim, mecbur kalarak, ‘tayinim çıkar’ korkusuyla istenilen kararı vermek durumunda bulunuyor. Tabi vicdanları rahatsız oluyor, ama başka çareleri yok. Mesela; Balyoz, Ergenekon ve Gezi davalarına bakan hakimler, iktidarın kılıcı gibi hareket ederek, adalete büyük bir hasar verdiler. Bu nedenle hakimlerin coğrafi teminatı son derece önemli bir konu.

Hakimlik yaptığınız dönemlerde iktidar baskısıyla karşılaştınız mı hiç?

O yıllarda asla böyle bir şey yoktu. Şöyle örnek vereyim. Bir yaralama davasının sanığı, haksız yere cezaevinde tutuklu bulunuyordu. Hayati tehlikesi olmadan bıçakla yaralanan şahıs ise bilinen ve yüksek mevkide birisi… Sanık vekilinin tahliye talebini kabul ettim ve ben tahliye edince dönemin Adalet Bakanı Oltan Sungurlu’yu arayıp beni şikayet etmişler. Oltan Bey, ‘’Yanlı davrandıysa derhal iki müfettiş gönderip görevden el çektiririm; fakat olması gerektiği gibi adil bir karar verdiyse hakimime dokunmayın’’ demiş. Yapılan incelemede benim doğru bir karar verdiğim anlaşılıyor ve hakkımda hiçbir soruşturma açılmıyor. Şu anki sözde adalet temsilcileri, hiçbir zaman bu denli iktidarın emri altına girmemiş, Yargıtay başkanı; bir başbakan ile hiçbir zaman beraber tarlada çay toplamamıştı.

Peki, iktidarın istediği kararları çıkaran hakimlerin, olası bir iktidar değişikliği durumunda meslekten el çektirilmeleri gerekir mi?

Bu mümkün değil. Böyle bir talepte bulunmak eşyanın tabiatına aykırı; ama en azından düzgün bir sistem oturtup hiç değilse yaraların sarılması ve tahribatın giderilmesi lazım. HSYK’nın yapısının bir an önce değiştirilmesi gerekiyor. Ekonomik olarak düzelebiliriz; ancak adalet ve eğitim olmazsa hiçbir yere varamayız.

Şu sorunun müsebbibi adalet yoksunluğudur diyebileceğimiz neler var mesela?

Dolandırıcılık suçları anormal derece arttı. Özellikle, istenilen kararların çıkarılması için hakim ve savcılara rüşvet verileceği veya verildiği yönünde iddia edilen suçlar tavan yaptı. Namusuyla ve şerefiyle çalışan hakim ve savcıları tenzih ederek söylemem gerekirse, bazı hakim ve savcıların rüşvet aldıklarını da ne yazık ki sıkça duyuyoruz. Ben bir hukukçu olarak bu tür iddiaları duymaktan utanıyorum. Buna karşın; hayatını zar zor idame eden, şerefiyle görev yapan, yıllar boyunca aynı takım elbiseyi giyen hakim ve savcılar var. Neyse ki bahsettiğim ahlaki çöküş, yargının tamamında etkili olamadı. Zaten olsaydı, ülke diye bir şey kalmazdı geriye.

Başka ülkelerin yargı sistemini incelediğinizde, hangi ülke modelinin Türkiye’de de uygulanmasını isterdiniz?

Batı medeniyeti, demokrasiyi kazanmak uğruna çok ciddi acılar çektiği için belki, adaleti başının üzerinde tutuyor. Fransız İhtilali, özgürlüğün ve demokrasinin anahtarlarından biridir; ama kan dökülerek kazanılmıştır. Bizde ise demokrasi Atatürk sayesinde altın tepside sunuldu bizlere. Belki de onun için kıymetini bilemiyoruz. Bu şartlarda; İngiltere, Almanya veya İsviçre modeli Türkiye’de de uygulansa çok daha güzel olur elbette. İnsanlar, fikirlerini beyan ettikleri için sabahın 05.00’inde gözaltına alınmazlar.

Birçok milletvekili, siyasi il ve ilçe başkanları avukatlardan oluşuyor. Hukukçular ülke yönetiminde söz sahibi olmalarına rağmen, neden adaletsizlik devam ediyor sizce?

Eskilerin, ‘’toplumlar layık oldukları şekilde yönetilir’’ diye bir sözü vardır. Maalesef, bizim toplumun da çok bilinçli ve eğitimli olduğu da söylenemez. İnsanlar tepkilerini dile getirseler, tek ses ve tek yürek olabilseler adaletsizlik diye bir şey kalır mı ortada? Haksızlığı, hukuksuzluğu görmesine rağmen, fanatik şekilde liderine ve onun düzenine ayak uyduran, peşinden koşan hukukçu idarecilerimiz var bu ülkede. Meslektaşlarımız arasında belli bir makama gelenler, zamanında yaptıkları Avukatlık yeminine aykırı hareket ediyorlar. Adalet sadece adliye koridorlarında aranmaz. Normal hayatta da adaletsiz davranarak mesleğimizin itibarsızlaşmasına da neden oluyorlar.  Son 20 yılda, ahlaki değerler ne yazık ki daha da aşağılara düştü.

Türkiye’de bir avukat enflasyonu yaşanıyor. 20 yıl önce Adana’da 3 bin civarında avukat varken, bu sayı şu an 7 bine dayanmış durumda. Bunun sonu nereye varacak ve genç meslektaşlarınızı nasıl bir gelecek bekliyor?

Son 20 yılda, gizli işsizlik ve eğitimde ki kalitesizlik aşırı derecede arttı… Türkiye’de ve Kıbrıs’ta bir yığın hukuk fakültesi var ve her yıl yüzlerce mezun veriyor. Gençler, tabiri caiz ise bomboş bir şekilde mezun oluyorlar. Bunun farkına varan Adana Baromuz, son iki dönemdir staja çok ciddi önem veriyor artık. Stajdan taviz vermemek, son derece mükemmel bir şey… Adana’da şu an ihtiyaç fazlası avukat var. Yurttaşları korumak ve dolandırıcılığın önüne geçmek için zorunlu avukatlık modeli oluşturulabilir. Bunlar çok cüzi ücretlerle yapılabilecek işlemler. Böylece genç avukatlar içinde bir iş alanı oluşmuş olur. Mevcut şartlarda, genç meslektaşlarımızın geleceğini pek parlak görmüyorum açıkçası.

Bu sohbetin gerçekleşmesine zaman ayırdığınız için teşekkür ederim

Ben teşekkür eder, yayın hayatınızda başarılar dilerim.

 

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor