İKİ ERMENİ KASAP İNSANLARI DOĞRARKEN GÜLÜŞÜYORMUŞ

ONBİRİNCİ BÖLÜM

İğtişaş konusunda hangi tarafın daha cani, hangi tarafın daha masum olduğuna ilişkin iddiaların sayısını bilse bilse Yüce Tanrı bilir. O günlerin,  hattâ o yılların toplumsal bakış açıları ve değer yargılarını 114 yıl sonra ölçüp biçmenin asla doğru olmayacağına inanıyorum. Her iki tarafın da bilinçdışı hareketlerde bulunduğunu kabul etmek en doğrusu. Her iki taraf da karşıdan SOYKIRIM teşebbüsü bekliyor…

Süleyman Demirel geçmişle ilgili bir soruyu cevaplarken, “Geçmişi, geçmişin koşulları içinde değerlendirmek gerek. Fakat geçmişi bugüne getiremeyiz. Getirmeye kalkarsanız, buradan bir yere varamazsınız.” demişti.  Her türlü acıların ötesindeki olayları günümüze kin ve nefret tohumu olarak yeniden taşımaya karşıyım. “Bütün Ermeniler kötüdür, cânidir” diyenlere asla inanmam. Öyle olsaydı, asırlar boyu dostluk sürebilir miydi? Aynı şekilde, “Bütün Türkler tertemizdir” diyenlere de, “O halde bu kadar hapishane ne diye yapılmış?” sorusunu yöneltmek gelir içimden. Kısacası, her toplumda, çok az da olsa. Kötüler vardır.

Fakat Batı dünyasında, tamamen bizim “Boş ver yahu, yalan söylüyorlar…” Diyerek geçiştirmemiz sonucu aleyhimize dalga dalga yayılan “Soykırım” iddialarının tamamı gerçekmiş gibi algılanmaya başladı. Bunlara karşılık olarak sadece bir olayı ve yine Merhum Damar Arıkoğlu’nun anlatımıyla ele alıyorum…

İKİ KASAP EĞLENİYOR    

“Kemeraltı Camiinin mütevellilerinden Kenan Hafız Efendi’nin oğlu Sıtkı Efendi’nin ihtilâl patlak verdiği zaman camiin bitişiğinde bulunan Boklu Han adındaki hana yakın medreseye iltica ettiği (sığındığı) anlaşılmaktadır. Çünkü cami Ermenilerin çok kesif (yoğun) olduğu yerdedir. Zavallı adamanı başına gelen korkunç tehlikeyi birçokları gibi ben de öğrendim. Kendisi durumu şöyle anlattı:

Ortalık karışıp silahlar patladığı zaman camiin medresesinde bulunuyordum. Yanımdakiler birden bire dağıldı. Ben de can havli ile medresenin kapısını, penceresini sımsıkı kapadım. Nefes almaktan ürkerek köşeme büzüldüm. Çünkü sağım, solum Ermeni Mahallesi ve fedailerin at oynattıkları bir yerdi. Handa Şark (Doğu) vilâyetlerimizden gelmiş ekserisi işçi olan Türkler vardı. Zavallıları hepsi korkudan bir tarafa sinmiş akıbetlerini endişe ile bekliyorlardı. Ermenilerin burayı boş bırakmayacaklarını biliyordum. Uzaktan vaziyeti tetkik ediyor ve Ermenilerin tecâvüzünü bekliyordum. Vakit öğleden evveldi. Yarım saat sonra başlarında iri yarı, gürbüz vücutlu Kasap Haçik ve Misak olmak üzere bir sürü silâhlı Ermeni çetesi hana hücum ettiler. Silâhsız masum işçileri öldürmek için silâh kullanmağa dahi lüzum görmediler. Haçik elindeki kasap satırı ile koyun boğazlar gibi biçarelerin başlarını gövdelerinden ayırıyordu. Manzara çok korkunç ve feci idi. Medresenin içinde korkudan nefes bile alamıyordum. Zavallı işçilerin acı feryatlarını, yalvarmalarını Ermeni çeteleri istihza (alay) ile karşılıyor, birbirlerine pirzolalık et ikram ediyorlardı. Bu dehşetli manzara karşısında müthiş ıztırap çekerken kendimden geçmişim. Baygınlığın tesiri altında kaç saat kaldığımı bilmiyorum. Gözlerim açıktı fakat lâkırdılarını duymaz hale gelmiştim. Üç gün, üç gece olduğum yerden kımıldamadım. Vakta ki Karaisalı Redif Taburunun manga halinde hana girdiklerini görür görmez son kuvvetimle yanlarına koştum hem de bayıldım. Bu halimle beni evime götürüp teslim ettiler. Haftalarca kendime gelemedim.”

ASKERLER GELİYOR

Olayların baş edilemez hale gelmesinden sonra Karaisalı’daki Redif Askerlerinden bir tabur Adana’ya geldi. Redif, askerliğini bitirmiş olup yedekte tutulanlara deniliyordu. Gerçi askerler geldiğinde iki tarafın büyükleri son bir gayretle alevi soğutmayı başarmışlardı. “Başarmışlardı” demek belki de gereksiz oldu; çünkü her iki tarafın da hali kalmamıştı. Ortalık ceset tarlası gibiydi. Amerikan Misyonerlik okulu Müdürü ölüler arasından yol bulup geçerken zorluk çektiğini yazarak sanırım genel görünüşü başarıyla yansıtmış oluyor. Şu var ki, gözalıcı kıyafetleri ve disiplinli yürüyüşleriyle iki taraf için de huzur verici olmuşlardı. Ardından da, İstanbul’dan “Kuvva-i mürettebin” (Düzenlenmiş güçler) Ordusu yetişti. Barış havası yavaş yavaş toplumları sarıyordu.

YARIN: KIYAMETİN İKİNCİ DALGASI

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor