BARIŞ’TAKİ SON SAHNE UZUN ÖMÜRLÜ OLMADI

ONİKİNCİ BÖLÜM

İlk dalga sonunda güç-belâ sağlanan barışla ilgili bir son perde olayı var; İkinci Dalga’ya geçmeden önce onu da yazmak olayları daha net değerlendirmek açısından yararlı olacak.

Öğle-ikindi arasıydı. “Barışalım!” çağrısının yapıldığı duyuldu. Tüfek sesleri azaldı. Tepebağ Ortaokulu diye bildiğimiz, o yıllarda Amerikan Koleji olan binaya keskin nişancı Ermeniler yerleşmişti. Karşılarında da genç Türkler mevzilenmişti. Aralarındaki atışma, barışa rağmen, seyrek de olsa sürüyordu. Ertesi sabah erkenden bir heyet geldi. Bundan sonrasını, olayların tanığı Merhum Ahmet Remzi Yüreğir’den dinleyelim…

“Bir sabah görüldü ki, Türklerden Hacı Osman Bey ve İhsan Fikri Bey ile bazı kişiler ve zabıta memurları, polislerin başında Urfalı Komiser Şakir Efendi, birkaç Ermeni papazı ve ileri geleni, Amerikan Koleji sokağından Tepebağ’ın meydanlığına geldiler. Türk savunmacıların çoğu buradaydı. Tepebağ’ın bu bölümündeki Türkler gerçekten çok kahramanlıklar göstermişler, buraya saldırmak isteyen Ermeni fedâilerini bir adım ileri attırmamışlardı. (Artık barışıldı! Hiç kimse silah atmayacak herkes işi ile uğraşacak!) deniliyordu. İhsan Fikri Bey de fesi üzerine ipekten ince bir sarık sarmıştı. Ateşli Türk gençlerini kucaklayarak öpüyor ve yatıştırmaya çalışıyordu, çünkü Türk’e yapılan aşağılama ve saldırıdan çok haklı olarak heyecanlanmıştı: Kışkırtan, saldıran ve neden olan Türkler değil Ermenilerdi. Sonunda bu Öğüt Kurulu Tepebağ’ın tam ortasına geldi, bu sokak üzerinde mahallece Firenkoğlu’nun Evi denilen ve Aşikyanlara ait bulunan evle Hafız Kenan Efendinin Evi önünde durdu ve öğüt vermeyi sürdürdü. Bu mahallenin en ileri gelen Türk savunmacılarından ve gençlerinden Hacı Osmanağazade M. Hulusi Efendi ileri atıldı. “Bu Ermeni papazları kolumun altından geçerlerse yaptıkları suçlarını affeder, biz de savunmadan vazgeçeriz” dedi. Kurul hemen bu öneriyi kabul etti. Boyu kısa olan Hulusi Efendi yüksek bir yere çıktı ve kolunu uzattı. Papazlar ve Kurulun diğer Türk üyeleri bu küçük boylu gencin kolunun altından geçtiler. Kurul savuştu, gitti. Her yanda da silah sesleri kesildi.”

AH!.. KEŞKE İKİNCİ DALGA OLMASAYDI

Ufak tefek çatışmalar da azalmış, 24 Nisan gününe gelinmişti. Asayişi korumak amacıyla görevli askerler de artık rutin sokak gezileriyle yetiniyor, akşam ezanıyla çadırlarına dönüyordu. Kampları, şimdiki İmam Hatip Okulu’nun bulunduğu “Kumluk” denilen geniş alandaydı..

O akşam tam da karavana borusu çalarken Ermenilerin oturduğu evler tarafından askerlere yaylım ateşi açıldı. Derhal savunmaya geçen askerler karşı ateşe başladılar. Sen misin başlayan, dakikalar içinde cepheler büyüdü. Çatışma, alevin saman deposunu sarması gibi inanılmaz hızla yayıldı. Bu kez, Müslümanlarda da silâh vardı. Ölüm-kalım mücâdelesi akıl almaz boyutları yakaladı. İkinci dalga, ilkini bastırmıştı. Taraflar, “Ya bitireceğiz, ya biteceğiz” dürtüsü altında ve kudurmuş öfkeye teslim olmuştu. Bu arada, pek çok binada, hemen hemen aynı dakikalarda yangın çıkıyordu. Anlayacağınız, kıyamet kopmuştu…

FİTİLİ KİM TUTUŞTURDU

Her iki taraf da 14-17 Nisan günlerinde, asla akla getirilemeyecek ölçülerde can ve mal kaybına uğramış, nihayet barışa kavuşmuşlardı. İkinci bir çatışmanın en azından intihar olacağını bildiklerinden de, olayları sindirmeyi ve önlerine bakarak beyaz bir sayfa açmayı düşünmekteydiler. Dünyada hiçbir sosyal bilimci ya da psikolog, başa gelenleri öğrendikten sonra bu yazdıklarımdan farklı düşünemez.

Öyle ise, 24 Nisan akşamına doğru yoğun ateşi açan kimlerdi? Ermeni de olamazdı, Türk de olamazdı; olsa olsa, ilk dalgayı uzun plân dönemlerinden sonra başlatanlar olabilirdi. Fakat ne yaparsınız ki, ateş yayılmış, bilinç bir kez daha yititilmişti.

YARIN: İKİNCİ DALGA İLE GELEN YIKIM

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor