UÇAK HAVALANIRKEN ANNEM ÜMİDİ KESMİŞ

Adalet ve Kalkınma Partisi Ankara Esenboğa ile İzmir Havalimanlarını “biz yaptırdık” diye dursun, bu parti kurulmadan 37 yıl önce her ikisinde de iniş kalkış yaptım. Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan 10 yaşındaydı o yıl. Ortalık yerde bir tarih karmaşası var olmaya var da, bırakalım onu siyasiler çözsün, biz dönelim İzmir gezimize…
Anlattığım olayları yaşarken ülkemizde telefon sıkıntısı vardı. Şans eseri telefon sahibi olabilirdiniz ama, hatlar o kadar yüklüydü ki çevir sesi almak için dakikalarca beklemek zorundaydınız. Şehirlerarası konuşabilmek apayrı meseleydi. Postaneye yazdırıp bağlantı kurulmasını istedikten sonra saatler, hattâ bazen gün geçmesi gerekirdi. Normal tarifenin iki katı ücret öderseniz “Acele” kategorisine alındığınızda bile uzun süre ve sabırla bekleyebilirdiniz. En hızlı bağlantı “Yıldırım”dı. O bile bir saatte ele zor geçerdi.
Otele gelir gelmez Adana’yı yıldırım istedim. Daha önce Ankara’da üç arkadaş bir odada kalmıştık. Burası o otelle kıyaslanamayacak kadar lüks sayılırdı. Banyosundaki kocaman küveti görünce kendi değerime değer katmak geldi içimden. Dayanamadım, küvete girdim. Daha doğrusu girmemle çıkmam bir oldu. İnanmak zor ama, telefon bağlanmıştı. Babam daha açar açmaz, “Oğlum dur, deli ananı vereyim, sen gittiğinden beri ağlıyor” dedi. Saniyesinde annemin sesini duydum:
- Oğlum sen misin?
- Benim anne…
- Uçak düşmedi mi inşallah?
- Hayır anne düşmedi.
- Bak doğru söyle ha, hakkaten mi düşmedi?
- Hakikaten düşmedi anne…
- Sütüme yemin eder misin?
- Anne, uçak düşmüş olsaydı seninle konuşamazdım ki!..
- Düşmedi o zaman (Ağıt sesi)
- Bana bak, uçakla dönme ha!..
- Tamam anne, merak etme…
Sonradan söylediğine göre, uçak havalanırken “Oğlumu bir daha göremeyeceğim” endişesiyle başlamış ağlamaya.
İZMİR BÜYÜK TURU SADECE 20 LİRACIK
Seminerin NATO Karargâhında ve saat dokuzda başlayacağını akşam bizi karşılayıp otele yerleştirenler söylemişti. Ne kadar uzakta olduğunu bilmediğimden saat yedide aşağı indim. Unutmamak için otel levhasını bir kez daha okudum: ATLAS OTEL… Şans bu ya, tam karşımda taksi durağı. 1958 Model Chevrolet’ye ağır abi pozlarında oturup NATO Karargâhına götürmesini emrettim(!). Şoför “Başüstüne beyefendi” deyip nereli olduğumu, İzmir’e daha önce gelip gelmediğimi sordu. Caddeler, bulvarlar, parklar, sokaklar geçiyoruz fakat yol bitmiyor. Demek ki NATO karargâhı çok uzak bir yere kurmuş. Geç kalma endişesiyle sıkı sık saate baktığımı fark eden şoför, “Meraklanmayın, birkaç dakikaya oradayız” deyince rahatladım. Dediği gibi de oldu. NATO bayrakli binaya ulaştık. Sordum; “Yirmi Lira verseniz yeter” dedi. O günler için büyük paraydı ama, helâl olsun, bütün İzmir’i dolaştırmış oldu diye düşündüm.
TAKSİ DENEYİMİ
Akşama doğru seminer bitti. Kordon denilen deniz kenarında yürüyerek İzmir’i yakın temasla biraz daha tanımak istedim. Sağa mı gitsem, sola mı derken solda tanıdık bir yeri fark ettim. Coğrafya kitaplarında gördüğüm fotoğraflardan biri gibiydi sanki. O tarafa yöneldim ve o anda ATLAS OTEL tabelâsını gördüm. Bir an, taksi durağına gidip hesap sormayı içimden geçtiyse de, vazgeçtim. Yirmi Lira’ya koskoca İzmir’i nasıl gezebilirdim ki… Ayrıca, şoför haklıydı. Yürüyerek iki dakika sürmeyecek yere taksi ile gitmeye kalkışan birini söğüşlememek, moda tabiriyle ahmaklık olurdu. Taksici tarafından aldatılma serisi böyle başladı. Yıllar içinde ve en çok da İstanbul’da, Milano’da ve az da olsa Moskova ilee Sen Petersburg’da başıma geldi. Bundan sonra da olur mu bilmem.
Dönüşü mü soruyorsunuz? Tabii ki uçakla!..