ADANA’MIZIN HER TARAFINDA HER YAZ NE SERGİLER OLURDU

Çok net anımsıyorum; Kuruköprüyü Havalimanına bağlayan Kurtuluş Caddesi üstünde dört sergi olurdu. Biri Eskiistasyon’daki petrolcünün batı ucunda, ikincisi Eskiistasyon Karakolu’nun 100 metre kadar Batısında, üçüncüsü E-400 ile Kurtuluş caddesinin kesiştiği noktanın 30 metre Doğusunda, dördüncüsü Özgür Camiinin 20-30 metre Doğusunda açılırdı.

Sergiciler mekân olarak kavak dallarından çattıkları karkasın üstünü, arkasını ve iki yanını kaput beziyle kapatır, caddeye bakan tarafı açık bırakırdı. Genelde 3-4 metre derinliği, 4-5 metre uzunluğu olan yarı açık yapılardı bunlar. İkinci adım olarak da sergi salonunun bir yanına bol miktarda saman serilirdi. O yıllarda, bir gün ülkemizin saman ithal edeceği hiç kimsenin aklına gelmez, hiçbir kahve falında çıkmazdı. Saman o kadar bol ve ucuzdu ki, “Sakla samanı gelir zamanı” özdeyişindeki ağırlığı da çok düşük değerinden kaynaklanmaktaydı.

Gelelim üçüncü adıma…

Derme çatma bir masa, üstünde sarı çift kefeli terazi, kilolar ve biri orta diğer büyükçe iki bıçak…

BİR SONRASI VOLEYBOLDÜ

En önemlisi dördüncü adımdı. Sergi mekânının önüne çekilen traktör naylonundaki ürünler tek tek, fakat voleybol usulüyle indirilirdi. Traktör naylonundaki kişi yakaladığı karpuzla iki metre kadar önünde durana pas verir, o da sergi çadırındaki adama atardı. Bu hareketi o kadar hızlı ve o kadar ustaca yaparlardı ki, defalarca izlememe karşın bir kez bile yere düşürdüklerine tanık olmadım.

Anlaşıldı, değil mi? Karpuz sergilerinden bahsediyorum.

Haziran ortalarından başlayarak peş peşe açılırdı sergiler. Ustaca ve gayet düzgün yığılmış karpuzların yanında, bazı sergi sahipleri az da olsa kavun da bulundururdu.

NEREDEE O CANIM ADANA YERLİLERİ?

Çok küçüktüm. Karpuzların dışı hep aynıydı. Pijama desenliydi Adana karpuzları. İri çekirdekli olurdu. Bıçağı vururken çatırdar ve aynı anda karpuz karpuz kokardı. Kokusu güçlüydü. Bir de, yüzeyine fosfor zerreleri saçılmış gibi parıldardı. Mayası Adana toprağı olunca da, elbette çok lezzetliydi.

İlkokul ikinci veya üçüncü sınıftaydım; sergilerde renk boyut değişikliği oldu. Washington Karpuzu sardı ortalığı. Bizimkinden daha küçüktü. Genelde tatlıydı da, kokusu zayıftı. Yine de, bol verimli olduğu için tutuldu. Ardından Halep Karası namlı bir başka cins, onun üstüne bilmem ne karpuzu icad edildi. Şu anda yediklerimizin sülâle ve silsilesi hakkında hiçbir bilgimiz yok. Somut tek veri, artık o cânım Adana Yerlisi yok. Tarihe karıştı da diyemiyorum, çünkü tarihçiler umursamamış bile, hiçbir yerde izi yok.

ELİMİ Mİ KESTİM BE MÜBAREEK?

Bazı alıcılar karpuzu “Bıçak üstüne” isterdi. Bıçak üstü demek, meyvenin bir yerinde orta boy bıçağı hafif içe eğimle dört kez batırıp kare tabanlı bir piramit çıkarmak demekti. Alıcı, rengini beğenmezse almama hakkını kullanabilirdi bu pazarlıkta.

Bıçak üstüne uygulanan karpuz göz alacak kadar kırmızıysa satıcı, makamsız bir kahkaha benzeri sesle “He-he-he-he-heyy!.. Elimi mi kestim mübârek!..” diye bağırarak reklâm hakkını kullanırdı.

ESKİİSTASYONDA VOLEYBOLCÜLER

Eskiden, Eskiistasyona yük trenleri  gelir giderdi. Pamuk balyaları daha çok trenle gönderilir, tütün balyaları da trenle getirilerek o yıllarda “Reji” dediğimiz sigara fabrikalarına ulaştırılırdı. Kentte, biri Erkek Lisesi Kavşağının Batısında bulunan eskisi ile Erkek Sanat Okulunun karşısındaki yenisi olmak üzere iki sigara fabrikası vardı.

Karpuza gelince, trenle gönderilir, trenle alınırdı. Sanırım öncelikle Adana’dan gönderilir, Adana’da tükenince de belki Ceyhan’dan, belki Osmaniye’den getirilirdi. Her iki durumda, karpuz voleybolcülerine iş düştüğünü söylememe gerek yoktur, değil mi?..

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Spor