KAYAN BİR YILDIZ: SABİT GÜRSES

Siz o gün Çukurova semalarına baktınız mı bilmem!… Baktınızsa da mutlaka  doğanın o görkemini bir o kadar hüzünlendiren yıldız kaymasını görmüşsünüzdür. İşte bu kayan yıldız Sabit Gürses’ti… Kulaklarımızda sesi, gönlümüzde sevgisi ve saygısı kalan Sabit Gürses bir daha görmelerin özlemine mahkûm etmişti dostları…

 

            Aslında bu yıldız kaymalarının yazgısındaki bir yaprak dökümüydü. Sabit Gürses ile birlikte atlarına binip giden rahmetli o güzel insanların toprağı bol, yolu açık olsun… Sanat çalışmalarının çıtasını oluşturan sevgi, saygı temelli dostluklar kurduğumuz Yaşar Kemal, Avni Anıl, Ali Limoncu, Muzaffer İzgü, İrfan Atasoy, Mesut Mertcan, Abdurrahman Yağdıran, Pınar Köksal, Reyhan Karataş, İsmail Demirkıran, Ahmet Demir, Burhan Paker, Seyfi Güldağı, Ercan Çulhaoğlu ve Ercan Kont gibi sanat adamı olabilen sanatçılarımızın yaşamdaki vakti saati dolan bir takdiri ilahinin habercisi gibi, yaşam pırıltılarını karartan can alıcı soruya verdiği “Müziği bırakmadım, bırakmam; ancak bizi ölüm ayırır…” yanıtını ise sanki bu güne saklamıştı.

 

 

 

 

                              

 

 *SABİT GÜRSES’E VEDA

 

            9 Kasım’da sevgili Fırat Gen usta aradı, sesi üzgündü… Sabit Gürses’i kaybettiğimizi söyledi. Bu melun kalp krizi onu da bulmuştu sonuçta. İnsanı üzüntüye boğan beklenmeyen bir haberdi. Telefonda bir süre ah-vahlarla konuştuk ama ne desek boş sonuçta. Biz lise yıllarımızda Sabit Gürses’in kulaklarda kalan o güzel sesini dinlemiş bir hayran olarak uzaktan uzağa şahsen tanıyorduk ama Fırat usta onun çocukluğunu biliyordu…

“Sabit Gürses makamları ve usulleri çok iyi bilen kendine has bir sanatçıydı. 17 yaşlarında sesini dinlediğimde baktım bulunmaz bir sese sahip. Babası da çok iyi bir sesti. Saydam caddesindeki plakçı dükkânıma geldiklerinde: ”Bu çocuğa plak yapacağım. Sesi çok hoşuma gitti.” Dediğimde, babası gülerek: “Sen bilirsin…” dedi. Babası çok mükemmel bir gazelhandı. Bunun üzerine 1969’da Sabit Gürses’e sahibi bulunduğum Gen Plak’tan bir plak yaptım. Plağın bir yüzünde, rahmetli Kazım Sanrı’nın o günlerdeki popüler eseri olan “Uykuda mısın Sevgili Yârim?”, diğer yüzünde ise benim tanınmış eserim: ”Söz Verip de Gelmedin Söyle sebep Ne?” yer aldı.

Sırası gelmişken Fırat Gen ustadan da söz etmek gerekir… Sahibi olduğu Gen Plak ve Mehmet Zerentürk ile ortak oldukları Zeren Plak’la, Saydam caddesinde o yıllarda bir plakçı dükkânıyla Adana’nın müzik tarihinde yeri olan Bestekâr Fırat Gen’in, aralarında dile düşen ”Söz Verip de Gelmedin Söyle Sebep Ne?” gibi türküsünün de olduğu 12-13 eseri bulunmakla birlikte Ferdi Tayfur, Hülya Avcı, Abdullah Eraslan ve Sedat Gazozcu ses sanatçılarına plak yapan güzel bir müzik ustası.

 

            *ANILARDAKİ SABİT GÜRSES

Lise yıllarında dinlediğimiz, okuduğumuz “Halim Oğlan”, “Veremli Kız”, “Adana Yollarında”, “Sulara Basma Yârim”, “Agora Meyhanesi”, “Neden Saçların Beyazlanmış Arkadaş” ve “Geze Geze Yüreğime Dert Oldu” gibi şarkı, türkü ve uzun hava ve gazellerin arasında o günlerde oldukça sevilen bir türküsü “Uykuda mısın sevgili Yârim” de vardı… Rahmetli kıymetli insan, dernek arkadaşımız, abimiz, beyefendi Kazım Sanrı’nın, aralarında Zeki Müren’in de bulunduğu 33 sanatçı tarafından plak yapılan “Uykuda mısın Sevgili Yârim” adlı eserini Sabit Gürses’ de plak yapmıştı. O yıllarda İbrahim Tatlıses, Müslüm Gürses daha ortalıkta yoktu. Sabit Gürses güzel ve farklı sesiyle oldukça sevilen bir sanatçıydı. Sabit Gürses’in sesi gerçekten gürdü… Onun sesinden, “Uykuda mısın Sevgili Yârim” de çok beğenilmiş, çok tutmuştu. Bu öyle bir hafızaya kazınmaydı ki bu gün bile o türkü rahatça çıkıp söylenebilirdi.

Seksenli yıllarda sanat ve yazarlık konusu basına doğru dönerek köşe, spor ve sanat yazarı olarak gazete ve dergilerde çalışmalara başladığımda (1993’de doğan sanat sayfası çabalarında da) takdiri eksilmeyen, hayranı olduğum o sanatçıları ürün, kitap ve söyleşi bağlamında görüşme sırasına almıştım… İşte o görüşmelerden biri de, yıllar sonra gerçekleşen Sabit Gürses görüşmeseydi. Mersin’in Mezitli taraflarında sanırım sahile açılan bir sokakta imgeyi güzel oturmasıyla dikkati hemen çeken “Rakışıklı” isimli bir mekânda Sabit Gürses bizi çok zarif karşılamıştı…

“Ortaokul, lise yıllarımızda dinlediğimiz sesiniz hâlâ kulaklarımızda. Renk, tını, tavır ve yorum farkıyla seslendirdiğiniz, yorumladığınız gündemdeki eserler sizin sesinizden başka bir güzeldi. Dönemin en popüler Adanalı ses sanatçılardan biri sizdiniz. Bu gün ise bir araştırmacı/yazar olarak röportaj yapıyoruz. Sizi tanımaktan mutlu olduğumu söyleyebilirim.”

Sanat kökenli yeteneklerde çok sık karşılaştığımız bir genetik olaydı. Babası Selim Bey, kardeşleri müzik rüzgârına kapılmışlardı. Aile sanki bir müzik korosuydu…

-“… Babam gazelhandı. Cümbüş de çalardı. Bir de “Sabahın Seherinde” isimli 45´lik bir taş plak çıkmıştı. Ayrıca ağabeylerim Necati, Ahmet ile Ali Gürses bağlama çalıp, piyasada çalışırlardı. Benden önce Necati abim Hollanda´da iki tane 45´lik promosyon plak yaptı. Yapılan bu plakları bir uçak firması müşterilerine dağıttı.

               

            *SANATÇI SABİT GÜRSES

Sabit Gürses, 1953 yılında Adana’da doğar. İlkokul bitmek üzeredir; kendine özgü, sesi ve yorumuyla yöresinin farklı bir ses sanatçısı olan Halit Araboğlu’nu bağlama çalarken gördüğü 1964 yılında müziğe başlar. Adana Halk Eğitim Merkezi’nde şef Kazım Sanrı’dan yararlanır.  Devamını kendi kendine gelir… Havuzlubahçe İlkokulu´ndaki müsamerede türkü okur. 60´lı yıllarda düğün salonlarında türkü söyler. 1970´e geldiğimizde ilk plağı olan “Uykuda mısın Sevgili Yârim”le iddiasını ortaya koyarken Eski Baraj Çağlayan Gazinosu, Turan Pavyon, Beyaz Saray ve Adana Numune Gazinosu gibi yerlerde sahnesiyle alır başını gider. Numune Pavyonu deyince zaman orda biraz durmak gerekir… Yıl 1979 Eylül’ü… Numune Gazinosu’nun müdürü olan Oğuz Enişte’nin (Kör Oğuz) güzelliği sonuçta düğünümüzün olduğu bir yerdir Numune Gazinosu. Hatta o gün bir grup saz ve sahne sanatçısının arasında Adana’mızın önemli bir ses sanatçılarından olan sadık Altınmeşe’yi de izlediğimizi anımsarım.  İşte, Sabit Gürses Demirköprü’nün oralardaki o eğlence mekânlarında Kazım Sanrı´nın, Ahmet Sezgin´in, Nuri Sesigüzel´in türkülerini söyler.  Kazım Sanrı yönetiminde Halk Eğitim Merkezi Korosu’yla Adana Radyosu’nda konser verdiklerinde yaptığı soloda da “Alageyik” adlı türküyü kendine özgü seslendirmesi ilgi görür.  O dönemde Adana´da müthiş bir sanatçı ve eser potansiyeli vardır. Ali Limoncu, Halit Araboğlu, Müslüm Gürses, İzzet Altınmeşe, Sadık Altınmeşe, Canan Işık, Şaban Gen, Sadık İçlises, Mahmut Özçiftçi ve İsmail Polat gibi birçok arkadaşlar vardır.

İlerleyen müzik yaşamında yurt içi ve yurt dışı turneler de vardır… Beş kez Avrupa turnesine çıkarken; Amerika´da yapılan Cumhuriyet balosuna her yıl çağrılır. Yapıp da ortaya çıkarmadığı besteleri de bulunan Gürses; üç 45´lik, bir longplay ve yedi kaset çıkarmanın yanı sıra; Erkin Koray´a, “Arapsaçı” isimli plağında bağlamasıyla (1975), Dolly Dots adlı kızlar grubuna dünyaca ünlü olan “Laila The Quinn of Sheeba” adlı şarkıda bağlama, bongo ve ritm çalarak eşlik eder.

O birkaç yıl önceki görüşmemizde “Rakışıklı”daki programlar dışında şunu sormak isterim?  Müziği bıraktınız mı; devam mı ediyorsunuz, edecek misiniz?” gibi bir can alıcı soruya ise yaşanıp yanıtlanabilen aynı keskinlikteki yanıtını ise sanki bu güne saklamıştır: “Müziği bırakmadım, bırakmam; ancak bizi ölüm ayırır.”

Gürses, 1974 yılında Hollanda’ya göç eder. Orda da sahne, kaset, albüm, turne çalışmalarını sürdürür. Televizyonlarında programlar yapar. Sonrasında ise yurt dışına son noktayı koyarak Mersin’e yerleşip, işlettiği “Rakışıklı Meyhanesi”nde program yapmaktaydı. Hatta bizi de davet etmesine rağmen bir türlü gidememiştik.

Teknolojiye teslim edilen müziğin eseriyle, tarzıyla, üretimiyle kan kaybetmesini gördüğündendir ki  güzel türkülerin dışında şimdiki yapılanların kendine göre olmadığını belirtirken, teklif geldiğinde kendisi de bir albüm yapmak istiyordu. Yalın, sade ve abartısız bir yaşam süren Gürses; Orhan Gencebay’ı örnek alıyor, kendisini beğenen Zeki Müren’in de öğütlerindan yararlanmaya çalışıyordu. Bülent Ersoy´dan övgü aldığını:?Burda ne yapıyorsun? İstanbul´a gel yardımcı olayım.? Dediğini; 1978´de dönemin Sosyal Güvenlik Bakanı Hilmi İşgüzar’ın da kendisine aynı şeyi söylediğini, daveti sonucunda da İstanbul´a gelip, sahne ve perde sanatçılarına ilk emeklilik hakkının verilmesi ile ilgili törende bakanın konuğu olarak sahne alıp, tüm sanatçıların önünde şarkı söyledikten sonra Hollanda’ya geri dönüp, Türkola´ya bir kaset yaptığını söylemişti.

Yaprak dökümüne uğrayan tüm sanatçılarımızı, kayan yıldızlarımızı saygı ve rahmetle anarken, öğretmen ve öğrenci olan iki güzel insanı buluşturan bir eser anmasıyla hâlâ türkü tadı bir türlü gitmeyen yetmişli yıllar nostaljisini yaşayalım…

UYKUDA MISIN SEVGİLİ YÂRİM?

Uykuda mısın sevgili yârim uyan, uyan.
Aç pencereni göreyim yüzünü uyan, uyan.                                                                     Aman yar, canım yar…                                                                                                              Sabah olmadan aman uyan, uyan.                                                                                                ***
Horozlar ötmeden, gün ışımadan uyan, uyan.
Aç pencereni göreyim gül yüzünü uyan, uyan.
Eller duymadan usul usul bana gel, bana gel.

Aman yar, canım yar; Sabah olmadan aman uyan, uyan
                                                                                                                                                                                 Beste-Güfte: Kazım Sanrı

 

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor