“ÖYKÜ DEMLEDİM İÇMEZ MİYDİNİZ?”(*)

 

Mehmet Uslu’nun, “Öykü Demledim İçmez miydiniz?” adlı öykü kitabı, 2. Baskı olarak çıkan “Uçurtmaydı Sevdası Yüreğimizin” adlı diğer bir öykü kitabıyla birlikte 2 kitap olarak yayınlandı. “Öykü Demledim İçmez miydiniz?”, “Cemre”, “Şeker Sucuklu Dürüm”, “Arsız Diye Bir Eşkıyanın Adana Günlüğü”, “Saramış Fotoğraflar”, “Hergele”, “Define”, “Siyah Beyaz Görüntüler”, “Öykü Defteri” ve “İçsel ile Muhabbet” adlı öykülerin yer aldığı kitabın Adanalı bir kitap olduğu birinci elden de söylenebilir… “Okuryazar” Mehmet Uslu; “…Sarı sıcak Adana’nın Romalı Taşköprü”sünden Seyhan ırmağına atlayıp çimiyorsa…”, “…Kale kapısından yürüyüp Ziya Paşa’nın kabri yanından Abidin Paşa’nın büyük saatine geçiyorsa…, “Turan Emeksiz parkında serinleyip Kız Lisesi önünden…” gidiyorsa “…Yazlık sinemaların gediklisi olarak yaz mevsimlerinde damda cibinlik içinde yatıyorsa…”, öznel bir tariz ya da özgüvenli içe dönük bir ironiyle “…anladıklarını, anlamadıklarını bir şeylere yazabildiği…” bir yerdeysek, yazarın demlediği öykü de Adana sıcağına iyi gelir demektir.

 

*ADANALI ÖYKÜLER

Abo, allööş,  bocit, cımcılık, cıncık, karsambaç, bici bici, hörküntü, dezzemin cülükleri, boyu devrilmeyesice gibi sözcüklerle; Lunapark’ta penaltı çekmek, at arabası üzerinde gezdirilen film afişleri reklamları, elle zort çekmeler gibi yöresel/nostaljik/otantik tavır ve durumlarla bütünleşerek görselleşen Bossa Un Fabrikası, İpek sineması, Papazın Bahçesi ve Melekgirmez, insanı o yıllara götürür. Çukurova’dan Toroslar’a uzanan dil/kültür coğrafyasında yazınsal ve sosyo/kültürel Adanalılık ağır basarken; Cıvık Ali, Keleş Zekai, Sığırcı Mustafa, Aboov Recep, Almancı Yaşar, Laz Kemal, Arap Macit, Kürt Müslüm, Minco Tayyar ve Destancı Tarzan gibi halkın içindeki sıradan insan figürleriyle özdeşen öyküler de Torosların gerisine mahsustur.

 

*ÇUKUROVA

“…Ormandan yükselen hörküntü uzun boylu çam ağaçlarından kozalakları sapır sapır yerlere döküyordu. Çağlayan dere suları dans eder gibi kayalara çarpıp şaklayarak beyaz köpükleriyle kayaları yıkamaktaydılar. Kuşlar ötüşüyor, böcekler kıpır kıpır otların üzerinde dolaşıyorlardı. En çok da serçelerin vıcırdaşmaları kaplamıştı ortalığı. Hiç bıkmadan usanmadan vıcırdaşıyorlar, bazıları didişiyor, bazıları da koyun koyuna, üst üste cilveleşiyorlardı…” (s.13)

“Cemre” (s.13-15) adlı öyküde yazarın derinleştiği bir nokta olarak düş/gerçek örtüşmesi görülürken; Adana/Çukurova/Toroslar merkezli doğa kesitlerinin öyküleşmeyi yerellik ve yöresellik adına netleştirdiği kesitler de öykü ve doğanın farklı görselleri olarak öykülerdeki yerini alır.: “…Doğanın mevsim kıpraşmaları bin bir çeşit çiçeği bir volkan gibi tomurcuklarından patlatarak, her yeri renkli kilimleriyle döşeyeceğinin sabırsızlığı içindeydi. Mor sümbüller, sarıçiğdemler, ışkınlar, tirşikler, kuzukulakları fışkıracaktı topraktan ve gönelekler şemsiye gibi açarak çokuşmaya başlayacaklardı ormanlık alanlara. Çocuklar tarlaların içinde toprağı eşecekince çubuklarla gezinecekler, eriyen kar sularına doyan toprakların altındaki çiğdemleri çıkarıp yumrularını külde pişirerek güle oynaya yiyeceklerdi…//…Pınar başlarındaki yarpuzların keskin kokularıyla dolacaktı her yer. Yoncalar, ayrık otları, deve dikenleri, çıtlıklar, gelincikler, kevenler, sığır kuyrukları dağ laleleri ve papatyalar konuk olacaklardı dağlara, yamaçlara; nazlı nazlı salınacaklardı yelin önünde…(s.14)

“Bahar bebeğin yaşam sesi tüm Çukurova’da duyuldu. İp gibi uzayan yağmurlar gibi uzun bacaklı adımlayan yağmurlar da çekildiler bulut evlerine. Ardından güneş gelip kondu göğe. Kışın gebe kaldığı baharı doğurdu toprağın kızı Cemre.”…//…“…Her yer birdenbire kömür karası siyaha kesmişti. Sanki yaşanan bir tansıktı. Mavi gökyüzünün birdenbire kömür karasına boyanmasının ardından ip gibi uzayan bir yağmur boşandı ki altında ıslanabilene aşk olsun.” (s.14) gibi tümcelere bu koşutta güç veren  ve “…Sığır kuyrukları ise uzun bacaklı yağmur damlalarının çiçeklerine basıp sonra toprağa atlamalarına sağa sola salınarak gülüyor gibiydiler…”le (s.15) biten doğa destekli görsellikler tablosunda Hititlerin anası Hannahanna’nın da tarihsel onayını  alırken; Çukurova antiğinden günümüze uzanan pastoral da denebilecek doğa yaşamında düş ile yaşam gerçeğin potasında erir.

 

*GELENEK-RİTUEL

“Rahmetli ninem korkarsan hemen bolca su iç, sonra da çöğdür derdi. İçindeki korku su olup çıkar gidermiş o zaman!’ diye konuşup büyükçe bir kayanın ucuna dineldi, ‘Destur, destur, destur!’ diye seslene seslene işedi.”(s.20-21) dizelerinin el verdiği gelenek ve ritüelde “İğne atsan yere düşmeyecek” (s.76), ”İki elim kanda olsa geleceğim kirve” (s.44) ve  “Su uyur düşman uyumaz” (S.58) özdeyiş ve deyimlerinin yer aldığı, gerçeğe yer yer ağırlığı görülen öykülerde yozlaşan müzik, bozulan Türkçe, küreselleşme, vücudunu satan kadınlar da eleştirellik vurgusunda yer alır. .

“Sen baharın sümbülleri toplarken de böyle mıymıntıydın zaten. Toprağın altından çiğdemleri eşip çıkarırken de zorsunurdun hep!” (s.21); “Ulan sizi aramaktan iflahımız kesildi delibozuklar! Haytalık, tevgelik mesleğiniz olmuş sizin! Ne yaparsınız buralarda” diye öfkeli öfkeli konuştu Aboov Recep’in babası.” (s.23) gibi diyalogları besleyen; “Gukuk gukuk” diye ötmelerinden dolayı Guguk Kuşu da denilen ”Kumruların yuva yaptığı evin uğur getirdiği, eşleri ölünce ölene kadar hiçbir kumruyla birlikte olmayıp, yalnız yaşadıkları yer alır. (s.49) bölümünün yer aldığı “Hergele” (s.49-57) adlı öyküde kangallara bağırılıp kızılmayacağı (s.52) ile Küçük Ali’ye kitap sevgisi aşılanması konu edilir. (s.56)

Yılmaz Güney, Nihat Ziyalan, Nebahat Çevre ve Danyal Topatan gibi sinema oyuncuları bulunan, Adana’da çekilen Yılmaz Güney’in “Pire Nuri” film çekiminin (s.66) yer aldığı “Siyah Beyaz Görüntüler” (S.66-74) adlı öyküde ise Müslüm Gürses, Sadık Altınmeşe, Halit Araboğlu, Sadık İçlises ve İsmail Polat gibi “mahalli sanatçılar” vardır. Adana İl Radyosu Ses Sanatçılarından  İsmail Polat “Yandı Çukurova Yandı”yı okurken (s.67-68) Bebeli Mehmet’in “Sevda Yüklü Kervanlar”ını Müslüm Gürses  okurdu:”

Sevda yüklü kervanlar senin kapından geçer

Aşk şarabını içenler yârin derdine düşer.

            Bu han garip yatağı, bülbül derdim ortağı.

Aşkın beni söyletir beni feryat feryat… 

Hatta bu türkünün ortasında:

Ey merhametsiz kadın sen kimseye âşık olmazsın aman aman

Olsan da kendine benim gibi sadık bulamazsın aman aman

diyerek elin kulağa atıldığı bir gazel de okunup, sonra da nakaratın altından türküye dönülürdü.

 

*ARSIZ DİYE BİR EŞKIYANIN ADANA GÜNLÜĞÜ

Nemli bir yaz sıcağında Adana’daki asker arkadaşının yanına gelen Torosların eşkıyasının Adana günlüğüne yer verilir… Adana’ya gelen eşkıya Arsız’ın yolu önce otobüs terminalindeki seyahat bürolarının çığırtkanları tarafından 5-6 kez kesilir…”…Kimi kolundan çekiştirip: ‘Diyarbakır’a gider, Gel hemşerim rahat edersin”, kimi de karşısına direk gibi dikilip: ’Mardin’e mi gidiyon emmi?” diye soruyordu. Arsız, “yok” dedikçe, “Bir yere gitmiyorum. Adana’da kalacağım.” Diye söylendikçe, “Adıyaman’a da otobüsümüz var emmi.” Diye ısrarlı davranarak adeta sakız gibi yapışıyorlardı…” (s.23)

Nostaljik bir görsellik olarak aşlamacı ile birlikte halk tavır, söylem ve diyaloglarının olumlu bir katkı olarak verildiği öykü de nostaljik görselliklerin çizgilerini netleştirir: “Kalaylı bakır taslarını şıngırdatarak yanından geçen aşlama satıcısını durdurup, soğuk bir aşlama içmek istedi. Aşlama satıcısı sırtındaki sarı güğümün kıvrımlı, uzunca bir boru gibi omzunun üzerinden uzanan ucunu kendini öne doğru eğip boş bardağın içine girdirmişti. Güğümdeki meyan kökü şurubunu doldurup boşaltarak köpürtüp bardağın içine boşalttı. Arsız, aşlama satıcısının şurup dolu bardağı kendine uzatacağını sanıp elini uzattığında, adam bu sefer geriye doğru yaslanıp bardağın içindeki şurubu güğümün içine geri çekmişti. Aşlama satıcısı bu gösterilerini çevresini saran müşterilerine birkaç defa izlettikten sonra ilk dolu bardağı Arsız’a uzattı.” (s.25)

Balık Pazarı yakınındaki köy minibüsünde, içtiği aşlamanın etkisiyle aşırı terlemeye başlayınca da ön tarafta oturan yaşlı yolcu ile olan diyalogdan kendini kurtaramaz:

-Hasta mısın hemşerim sen çok terliyorsun sen niye?

-Hasta değilim hemşerim. Sıcaktan çok terliyorum.

-Biz senin gibi terlemiyoruz ama hemşerim. Yok yok, sende bir rahatsızlık vardır hemşerim. İnsan böyle durmadan terler mi? Tansiyonun falan çıkmasın senin.

-Sizler Çukurova’nın sıcağına alışmışsınız, onun için fazla terlemiyorsunuz. Ama ben Kayseri gibi yayla memleketten indim Çukurova’ya, Yani sizin gibi alışkın değilim böylesi sıcaklara.

-Buz gibi yayla memleket bırakılır da gelinir mi cehenneme be hemşerim!

-İşimiz yüzünden katlanacağız sıcaklara. Elden ne gelir?

-Ne iş yaparsın kirve?

-Tüccarım. Domates alır satarım.

-Demek tüccarsın. İyi iyi. Allah yokluğunuzu vermesin. Yoksa kime satarız biz mahsullerimizi? Ama hâlâ terliyorsun sen kirve?

Eşkıya Arsız, böylesine sıkıcı sorulardan kurtulduktan sonra, onun evinde, asker arkadaşı Macit’in torununa seslenmesiyle Adana usulü nefeslenir:

-Elindekileri bırak da çabuk gel çardağın üzerine çıkıver, üzüm topla biraz, yiyelim şöyle şireli şireli. Sonra da ablana söyle buz gibi bir ayran hazırlasın bize, bocitle getir içek.” (s.29)

Topladığı üzümü getiren Macit’in torununu ödüllendirmek için “…Arsız cebinden çıkarttığı parayı küçük çocuğa uzattığında çocuk önce dedesine bir baktı, dedesi al dercesine başını sallayınca parayı kaptığı gibi, ‘Allöööş!’ diye bağırıp bahçeden koşarcasına çıkıp gözden kayboldu…” (s.30)

Akşama ise Seyhan nehrinde serpme ağ ile balık avladıklarında Arsız yorulur…

-Akşama bir şeyciğin kalmaz kirve! Boğma rakıyla birlikte afiyetle indiririz midelere balıkları.

-İndiririz indirmesine de hâl takat kalmadı bende . Terleye terleye cımcılık suya kestim.

Akşamki boğma rakılı sofrada ise Macit gökyüzündeki güzelliği gösterir:

-Gökyüzüne bakale kirve gökyüzüne. Parlak mı parlak. Cıncık gibi maşallah. (s.34)

Daha sonra, eski bir kabadayı olan kebapçı Duran Ağa’da iki Adana Kebap üzerine, daha sonra bicibici yerler, karsambaçın özlemi duyulurken; Gizzik Duran, Koçero ve Hamido gibi eşkıyalarla birlikte Karikatür (Duran), İnce Cumali, Deve Sabri ve Uzun Hayri gibi Adanalı kabadayalardan söz edilir…

Macit:

-Bu Duran Aga eski kulağı kesiklerdendir. Gençliğinde kabadayı Uzun Hayri ile pavyonları haraca kesen birisiymiş. Öyle sandığın gibi mafya falan değil ha kirvem. Mahalle kabadayısıydı bunlar, fakire fukaraya ilişmezler, garibanlara arka çıkarlardı. Ben yeni yetme bir genç olarak son zamanlarına yetiştim bunların. Pavyonculardan haraçları alır, mahallelerdeki fakir fukaraya dağıtırlardı. Demirköprü mıntıkası eskiden pavyon kaynıyordu. Yan yana altı, yedi pavyon vardı yıktılar hepsini şimdi…” (s. 37)

Macit: “Duran Aga. Sen kimin adamıydın dediğinde, Allah’ın adamından da söz eder:

-Biz Allah’ın adamıyık yeğen. Bizim dedelerimizi Çanakkale Savaşı’nda iyi tanımışlardır İngilizler. Kurşunların önlerine süngüleriyle koşan dedelerimize: ‘Bunlar Allah’ın adamları.’ Diyerek, Adanalı dedelerimizin önünden tabana kuvvet kaçarak canlarını zor kurtarmışlardır. Onun için biz Allah’ın adamıyık, Adanalıyık yeğen…” (s.38)

Duran Aga: ”Çukurova’ya Kaçkaç öncesi yerleşen Yörüklerden”, ”Çürümüş banadura gibi cıvık adam”dan (s.38), “etin cığındırığından” (s.39), “…biron biron biron diye on kez hızlıca yüze kadar sayıp, önümüze diktiğimiz şeker kamışını yere düşmeden olduğumuz yerde bir kez dönüp bıçakla beşe doğrardık. Başaran bahsi kazanır, başaramayan kaybederdi. Ne günlerdi o günler be yeğen…” (s.39) diyerek anlatırken, Macit de şeker kamışı tarlalarının kalmadığını, gübrenin verimi düşürdüğünü ve Amerikalıların milletin başına bela ettiği beyaz  sineklerin ise pamuk tarlalarını yok ettiğinden söz eder.

Safiye Ayla, Hamiyet Yüceses, Müzeyyan Senar gibi eski ses sanatçılarının fotoğraflarının bulunduğu durağan öykü “Sararmış Fotoğraflar”da (S.45-48) Metin Altıok, Ahmet Erhan, Edip Cansever, CemaL Süreya ve Mehmet Kemal’ın şiirlerinde yer alan dizeler de var.

“Öykü Defteri”nde (s.75-80) ise kent yaşamından bir kesit verilir…

“Canavar uykusundan uyanıyordu. Kentin tüm aydınlatma lambaları sönmüş, vitrinlerin altın sarısı görüntüleri loş bir görünüme dönüşüvermişlerdi. Sessiz ve ıssız sokaklar ilk konuklarını kabul etmeye başlamışlardı. Gözleri uykulu çıraklar, elleri sefer taslı insanlar, ağzında günün ilk sigarasıyla yanındaki arkadaşına gece oynanan futbol maçını coşkuyla anlatan gençler; kotlu, mini etekli, boyalı yüzleriyle yüksek topuklu ayakkabılarını yerlere bir hoş ritimli vura vura yürüyen genç kızlar otobüs ve minibüs duraklarında sıraya giriyorlardı. Kent tüm organlarıyla yine aynı kanıksanan devingenliğine kavuşmuştu.” (s.76)

Doğanın önemine değinilen, doğa ile ilgili olumlu vurguların yer aldığı “İçsel Muhabbet” (s.81-88) adlı durağan öyküde, Nermi Uygur’un “Yaşama Felsefesi”nden adlı deneme kitabındaki doğa seçkinliği ile Cemal Süreya’nın doğa ile ilgili dizelerine değinilmekte. Doğanın bozulmasına eleştiriler getirilip, doğanın doğallığını bozmadan yaşama katılması üzerinde durulurken, Yaşar Kemal örnekli, doğa/sanat ilişkisine yer veren Mehmet Uslu;  Şolohov, Dickens, Emile Zola, Faulkner, Hermann Hesse, Hemingway J.J. Rousseau, Picasso, Ülkü Tamer, Nazım Hikmet, Attila İlhan, Çiçero ve Xsentius gibi çeşitli ülkelerden yazarların doğaya önem vermesine, yapıtlarına almasına değinir.

J.J.Rousseau’nun; ”Doğa, hiçbir zaman bizi aldatmaz, birbirlerini aldatan her zaman insanlardır.” (s.86) gibi gerçekçi ve düşündürücü sözünü ise ”Tabiat dostluğu, erdemin yardımcısı olsun diye vermiştir, hataların yardakçısı olsun diye değil.’ Diyen Çiçero destekler.

“Öykü Demledim İçmez miydiniz?” (s.7-12) adlı öyküye konuk gelen Campenalla, Montaigne, Rabelais, Thomas More, Ersamus, Sabahattin Eyüboğlu gibi çağımızın aydınları da bizle hemfikir olmuşlar ki demli birer öykü içmeye yok demezler. Yazar, onlarla olan konuşmalarında yaşam, doğa, teknoloji hakkında evrensel ölçekli eleştiriler alırken; önerilen doğal ve insancıl yaşam aydınlar tarafından sıralanır.

 

*(Mehmet Uslu/Öykü/Günce Yayınları/Aralık 2022/86 sayfa)

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor