SOĞUKSUN AYRILIK-MEHMET USLU

“Uçurtmaydı Sevdası Yüreğimizin” ve “Öykü Demledim İçmez miydiniz?” adlı öykü kitapları bulunan Mehmet Uslu, “Arsızınoğlu”ndan sonra “Soğuksun Ayrılık” ile romanda ilerliyor…. Yöre birikimini eritemediği görülen Uslu, yer yer şiirlerin eşlik ettiği Adanalı bu romanın sularında dolaşırken, bir Çukurova kentinin semtlerinde gezdirirken okuru, yabancısı olanlar ya da yeni gelenler için merak giderici bir rehber güdümünde olunduğu duyumsanabiliyor.
Bunaltan bir sarı sıcak akşamından yıldızlı gecelere göz kırpan cibinlikli dam nostaljisinden sonra, kurulan hoşkin masaları, fayton gezileri, Orhan Kemal’ın bereketli toprakları…//… Yaşar Kemal’ın İnce Memed”i (s.41), Seyhan ırmağı, Demir Köprüsü, Turan Emeksiz Parkı, Sarıçam Deresi, Kız Lisesi, Romalı Taşköprü, Ulus Parkı, Kalekapısı, Melek Girmez, Erciyes Sineması, Belediye Aile Çay bahçesi, Baraj çamlığı, Mavi Köşe, Tepebağ, Abidinpaşa, Büyüksaat, Ziya Paşa Parkı, Vilayet Konağı, bıçak atılan şeker kamışı, Adana burması, “…her ağacın gölgesinde insan kaynayan barajın çamlığı.” (s.122) gibi özlem köpürten yerler gözde tütmez mi?.. Gurbette kalmadı artık ama yurdundan uzakta olanlar şimdi Limoncu usta gibi “Adana’ya gidek, gidek” demezler mi?
Mehmet Uslu’nun “Soğulsun Ayrılık” adlı romanında öyle değil gözükse de, aşk ve gururun silinmez izleri düşen ölümünde bir keskin sevdanın anlamsız gibi gelen sonuçları sonuçları gözükür… Mahalledeki çocukluktan üniversiteye kadar birlikte okuyan Marangoz Kerem ile memur Aslı’nın aşkları roman boyunca tutkulu bir biçimde yansır. Hayal kırıklığına uğrayan bir aşkın kahramanları olarak Aslı ile Kerem dönüp gelirler çağlar ötesinden!.. Orhan Kemal’de, Yaşar Kemal’de bırakmazlar romanı… Sevgi sözcükleriyle Edip Cansever’den, Ece Ayhan’a; Cemal Süreya’dan Tuyrgut Uyar’a, Ümit Yaşar’a uzar gider… Romanın yazınsal ve felsefi evrenine Hasan Hüseyin, Nâzım, Tolstoy, Marguez katılırken; sazıyla sözüyle Âşık Veysel, Pir Sultan Abdal, Yunus Emre, Sokrates, Hegel, Marks, Hilmi Ziya Ülken, Macit Göktürk ve Hasan Ali Yücel edebiyat koşutluğu içindeki sevili düşünce gezintisindeki yerlerini alırlar…
Cemal Süreya’nın diliyle, ”Sesinde ne var biliyor musun? / Bir bahçenin ortası var” demeye kalmaz ”Bir yelkenliyim şimdi ben senin limanında / Fırtınalardan geldim sende dinleniyorum” diye Ümit Yaşar’ı sürer sevgiye…
“Sesini yapan sözcüklerden sevdim bir de / Beni sevdiğin gibi sevdim seni” (E.Cansever) diye seslenilir…
“Kim ne derse desin, tek bir gerçeği vardır aşkın / karşındakinin adam olup olmadığını, âşıkken değil ayrılırken anlarsın” (E. Ayhan) sonucunu veren dizeler tehlike habercisi gibidir…
“Göğe bakma durağundaki” Turgut Uyar’la, “Acıyı bal eyleyen” Hasan Hüseyin’in hüzünlü ezgileriyle Müzeyyen Senar bir acı ve sır ayrılıkta buluşurlar.
Aslı ile Kerem’in aşkları Aslı ile Kerem gibi olsa da Nâzım ile Piraye’yin sonu olmaktan kurtulamazlar…
Kerem’in sır gibi sakladığı bir neden yüzünden severek ayrılırlar. Aslı, ailesinden kalan evini kiraya vererek dayısının bulunduğu Ankara’ya yerleşir. Daha sonra da evlenir, ikiz çocukları olur. Böyle bir gizemli ayrılıkla koca bir on yıl geçer… Sonraki günlerin birinde Kerem’i hastanede gören Yılmaz, bir akşamki içki muhabbetinde Yılmaz’ın Aslı ile ayrılmasının o sır nedenini öğrenir. Eşinin trafik kazası sonucu kaybeden Aslı iki çocuğuyla yeniden Adana’ya döndüğünde ise onca yıl Kerem’e kızarak sakladığı bu ayrılık sırrını Aslı’ya söyler. Yıllar sonra yolda karşılaşıp hâl hatır sorarak ayaküstü konuşan Aslı ile Kerem eskiden buluştukları bir yer olan Eski Baraj Çamlığı’ndaki banklardan birindedirler… Aslı, Kerem’in oraya gelebileceği tahmininde yanılmaz. Konu gelip yine o sırda düğümlendiğinde, ısrarla susan Kerem’e sırrını öğrendiğini söyler. Onun da itiraf etmesi yönünde uzunca bir sevgi felsefesi boyunca yineleyip dururken sorularına daha fazla dayanamayan Kerem gerçeği açıklayarak askerde testislerini üşüttüğünü, onun anne olma mutluluğunu yaşayamayacağı için böyle bir karar aldığını söylediğinde, Aslı, yalnız başına böyle bir karar almasının çok yanlış olduğunu her yönüyle dile getirerek, bir naif ve yüce aşkın gölgesinde onun her savunmasının yanlış olduğunu nedenleriyle eleştirir. Destansı ve modern bir mahalle sevdasının itirafını yapan Kerem’in duyguları kitabın arka kapağında da yer bulur:
“…Yüreğime, gönlüme, dilime mühürlenmiş hasret ile elim elini tutamıyordu, tenim tenine dokunamıyordu ve alışamam diyordum yokluğuna. Ama sen yok olmuştun ki hep yanımdaydın. Sol yanımdaki mıh ile hep yanımdaydın, nefesimdeki köz ile yanımdaydın, ağaçlara oyduğum mavi mavi bakan gözlerinle yanımdaydın. Sen çıkıp gittiğini sandın yüreğimden, oysa hiçbir yere gitmemiştin. Sol yanımda gezdin durdun. Çünkü sahibi sendin yüreğimin. Sevdamızın gülümseyen yeline tutunup dip dalgası misali git gelmelerinle, hasretliğin vahşiliğini kum gibi eleyip, geriye bir tek sen yüreğimde kaldın. Ben seni sevmekten vazgeçmedim, vazgeçmeyeceğim de. Sen benim tek ve son sevdamsın… Bir ben de öleceğim ve toprağa gömüleceğim, ruhumu da gökler teslim alacak. Gökler ruhumu teslim alana kadar da ayrılığın soğukluğunu iliklerimde hissedeceğim. Yani senin anlayacağın, soğuksun ayrılık feryadıyla geçecek yıllarım…”
“Soğuksun Ayrılık…” Çok şeyler çağrıştıran soyut bir keskin s/imge… Karacaoğlan’ın “Ölüm İle Ayrılığı Tartmışlar/Elli dirhem fazla gelmiş ayrılık” diye şiir dizeleri de var biliyorsunuz… Onat Kutlar: ”Nasıl soğuk ayrılığın güneşi / Gölgeli bir çınar olan gövdemin / Dallarını içten kırınca acı / Buzdan bir alçıyla tutuyor beni” diye seslenir. Kendimden söz etmeliyim mi bilmiyorum…. Benim de, “Ayrılık dediğin ateşten gömlek/…” diye başlayıp, “Ölüm olsa Tanrı buyruğu dersin / Göç etti dünyadan bir kulu dersin / Hasta olsa ilaç umudu dersin / Ayrılığa çare bulunur mu hiç? “ hiç diyen, buz gibinin aksine yakan, kavuran bestelenen dizelerim olduğunu söylemeyim sırası gelmişken.
Mehmet Uslu’nun tekdüze gibi görünen romanının simgelerinden biri soğuk, buz soğuğu, acılı bir ayaz… Aslı ile Kerem’in aşkı gibi bir aşka sahip olanlardan Kerem’in vurguladığı Kafkas türküsü: ”Soğuksun ölüm; gövdemi toprak, ruhumu gökler alacak.” (s.99) dizeleri bu simgelerden biri olduğu kadar, edebiyat ve Kafkas tarihine de kapı aralayan, romana adını veren sıfatsal bir çağrışım.. Yazarın soğuğa bakışı burdan geliyor. Onun da öyküsü bir başka… Lev Tolstoy’a kadar uzanıyor… Tolstoy’un, Kafkas-Rus Savaşı’nda tanıdığı ve Şeyh Şamil ile anlaşamayıp, Ruslara sığınan Hacı Murat’ın anlattıklarından oluşan biyografi denemesinden yararlanarak “Hacı Murat’ı yazdığı bilinir. İşte, yazarın da bu tarihi detaydan soğukluk adına bir çağrışım olarak yararlanması ilginçtir.
Mehmet Uslu’nun “Bir Kafkas türküsü” dediği ve “Soğuksun” sözcüğü ile başlayan sonuncu dizesinin çağrışımından roman adı olarak yola çıktığı eserin kitapta olmayan güftesi ise şöyle:
Üzerimi, kaderimden gür büyüyen otlar bürür babam!
Gözyaşlarım kurur, acılar silinir de gider kız kardeşim.
Ama siz öcümü alana dek unutamazsınız beni!
Sen de yanıma gelmeden beni aklından çıkaramazsın kardeşim.
Ölüm getiren kurşun, yakıcısın ama bugüne dek sözümden çıkmadın.
Üstümü örten kara toprak, atımın ayakları dibinde çiğnemiştim seni.
Soğuksun ölüm; gövdemi toprak, ruhumu gökler alacak.
*(Soğuksun Ayrılık/Mehmet Uslu/Roman/Günce Yayınları/122 sayfa/Aralık 2023)