“DEVRİ DAİM”(*)

*ÖN SÖZ

            Kitaplar değerlendirilmek için imzalanarak birine gönderildiğinde ille de bir yazı çıkacak diye beklenmemeli ya da yazı çıkmayınca, gecikmeler olunca farklı tepki verilmemeli ki bunun birçok nedenleri vardır… Bir kere okunan her kitaptan yazı çıkacak diye bir şey yok… Şahsım adına söz etmek gerekirse, ilk kitap yazım yayınlanan 1985’den bugüne yaklaşık 600 kadar imzalı kitap gelmiş ve ben bunların tamamını okuduktan sonra Yeni Adana Edebiyat ve Sanat Sayfası’nın Posta Kutusu köşesinde hacmine göre yer verip, yazı çıkarabildiğim yaklaşık yüz kitap hakkındaki yazımın çoğu dergilerde yayınlandıktan sonra da dönüp ben sanat sayfasında yayınlamışım. Bunun dışında, yazı çıkarabildiğim kitaplar hakkında da bir sıra sapması olduğunda, danışmanlık, editörlük vb. özel durumlar gibi şeyler olabileceği de hesaplanmalı. Kaldı ki bana gelen her imzalı kitabın bir hak ve ödev yükümlülüğü verdiği duyarlılıkla, söz, çıkar ve konum rüşveti olmadan bir hak etme çizgisinde konuya yaklaşmışımdır. Bu nedenle de “Devridaim” kaynaklı bir tepki de ilk kez karşılaştığım bir tavır olarak garibime gittiği kadar da beni üzmüştür. Oysa beni saran bir konu olmadığı hâlde, kitaplaşmalar aşamasıyla sonuna geldiğim söyleşi ve kitap yazılarını sonlandırmayı düşündüğüm bir süreçte farklı içerikteki güzel bir roman olan “Devridaim” hakkında da bir yazı çıkarmış ve yayın sırasını bekliyordum. “Yeni Adana”nın kapandığı, yayın alanı ve farklılığın daraldığı bir süreçte “Bölge” gazetemizdeki yayın sırası da bugünmüş demek ki.

            *DEVRİDAİM 

“Üç ciltlik bir serinin ilk kitabı olarak yayınlanan” “Devri Daim”,  tanrılarla devlerin savaşını yansıtan İskandinav mitolojisi kaynaklı “Ragnarok” adlı televizyon dizisinden etkilenen Murat Yazan’ın bu düzlem üzerinden, eksikliği duyulan Türk mitolojisinin günümüz yaşamına uyarlandığı bir roman olarak ortaya çıkıyor. Geçmiş ve geleneksel boyutlu Türk uygarlığının mitolojik boyutlu yaşamsallığının uyarlandığı  günümüzde geçen romanda canlı ve nesnelerin yer yer inanç, güç, simge, rüya, ritüel ve doğaüstü etkileriyle öyküsel bir romanın kapılarını okurlara açıyor. Balıkçılık, demircilik ve Türk mitolojisi kaynaklı bilgilerin de yer aldığı “…Binlerce yıllık kadim Türk kültürünün ve o kültürün ürettiği mitolojiyi, şamanik âdetleri, ritüelleri, sembolleri, insan ve doğa bağlantısını ortaya koyan…” (arka kapak) “Devri Daim”,  doğaüstü güç ve işaretler sergilenen mitolojik bir roman olarak ilginç ve olumlu özellikleriyle okuru içine çeken bir güzellikte olduğu görülüyor.

Masal tadı veren girişlerle de insan öyküsü çerçevesinde taşra/merkez mekânlı bir düzlemde geçen romandaki tarih/yaşam bağlamlı içerik etkenleriyle doğa/mitoloji boyutlu açılım kazanan “Devri Daim”de, günümüz kırsal/kent akışı çerçevesinde geçen insan öykülerinin halka ve yaşama yabancı gelmeyen bir yaşanmışlık boyutunda oluştuğu görülür… Bir yerde tipik bir köyden kente göçün bireyleri olarak karşımıza çıkan insan manzaraları gerçekçi yaşamdan kopukluk göstermeyen bir mitolojik yaşamın kıyısında seyrettiği görülür. Düşle gerçeğin iç içe geçtiği yaşam kesitindeki insancıl ve toplumsal etkili olaylar örgüsünde yaşamsal kaynaklı simge, rüya, doğaüstü güç vb. etkenler tarihsel boyutlu bir davetle Türk mitolojisinin bu yöndeki masalımsı dinamiğini yaşama geçirir.

Romanda Burçin, babasının eski püskü bir bavul eşyayla kendisini İstanbul’a götürdüğü bir kadın kahramandır. Evlâtlığı Pınar, kasabada Ümran ile Esat’ın yanında kalmaktadır. Burçin, okulda tanıştığı Haluk’la evlenip, yoksul bir kız olarak çıktığı kasabasına yıllar sonra varlıklı bir iş kadını olarak döner…

“Kayınlı’ yazan tabeladan sola döndü…/…Güneş batarken sahilde dalgalarla dans eden balıkçı teknesi gözüne çarptı. Çocukluğunda daha çok tekne olduğunu hatırladı. Babasının da teknesi vardı. Kırmızı, orta boy bir balıkçı teknesiydi. Borçla alınmıştı. Her ay taksit ödenip bono mal sahibinden alındığında evde şenlik havası eserdi. Annesi yemekler yapar yapar, aile içinde ziyafet çekilirdi. Bonoların yırtılması da törenle olurdu. Bonoyu bir ay annesi, diğer ay Burçin yırtardı. Fırtınalı gecelerde babası aceleyle kalkar, teknenin halatlarını kontrole giderdi. Ne çok sıkı ne de gevşek olmalıydı. Çok sıkı olursa halat kopar, tekne sürüklenmeye başlardı. Fazla gevşek olursa da diğer teknelere çarpıp parçalanır, batardı…” (s.9)

Burçin’in çevresindeki insanlar, Ümran, Sedat ve tarih okuduğu Ankara’dan, yüksek lisans için yapabilmek için kasabadaki Prof. Mustafa Hoca’dan Türk mitoloji dersi almaya gelen Ada, Prof. Mustafa Hoca ile yakınlığı olan Korhan ve okul arkadaşı olan Kıyat ile oğlu ile oğlunun arkadaşı Efsun’dur.

Burçin, her gece rüyasında gördüğü geyik simgesinin gizemini çözmek için Ada kanalıyla Prof. Mustafa Hoca ile zaman zaman görüşürler. Pınar’ın da tekrarlanan rüyalar gördüğünü; “…Beyaz bir buzağıyla gece gökyüzüne yükseldiğini, yıldızların arasında koştuklarını anlatır” (s.79) Korhan’ı çağıran Mustafa Hoca, geyikli, buzağı rüyalar gören Burçin ve Pınar’da güçlü bir şey olduğunu söyleyip, Onlara sahip çıkmaları gerektiğini belirtir.

Düşle gerçeğin bu iç içe geçmişliğinde seyreden romanda Türk mitolojisi derinlemesine işlenir… “…Uygur türeyiş miti beni haklı çıkarıyor. Ağacın içinden insanlar çıkıyor. O ağaçlar uzay gemisi, içinden çıkanlar da bizim atalarımızın üretilmiş prototipleri.” Dediğinde, Profesör: ”Çadırın açık tepesinden içeri giren ay ışığının insana dönüşüp kadınla birlikte olması ve giderken köpeğe dönüşerek ay ışığında tırmanarak yok olmasını nasıl açıklıyorsun? O da uzaylı mıydı? Uçan dairenin ışığıyla gelip aynı ışıkla geri mi döndü?” demesini onayladıktan sonra romanın bilim kurgu/mitoloji ve tapınma konusundaki vurgularını ortaya koyan Profesör: ”Mitoloji kültürün sembollerle hikâyeleştirilmesidir. Bilim kurgu öyküleri değildir. Fikri zemini kaydırırsan hayal gücün kadar yol alırsın. Uzaklaşıp gözden kaybolabilirsin ya da durduğun yerden bir santim kıpırdamazsın.” Dedikten sonra; “Duvarlardaki kurt, kartal, buzağı, geyik illüstrasyonlarını göstererek; Türkler bu hayvanların gücünü, bereketini, masumiyetini, kendi kültürleriyle kardılar, doğaya olan bir aşkın saygılarıyla hayvanlar üzerinden değer ve şükranlarını sembolize ettiler. Asla tapınmadılar. Yani ağaç ağaçtır, kurt kurttur, buzağı buzağıdır. Ağaçtan uzay gemisi, kurttan uzaylı olmaz. Evren enerjiler üzerine kuruludur. Enerjinin bedeni olmaz ama varlığını hissedersin. O varlığı bir şeyle sembolize etme ihtiyacı duyarsın. Gücü kurda, kalıcılığı ve koruyuculuğu ağaca, hâkimiyeti kartala, masumiyeti ve bereketi buzağıya yüklersin.” (s.17)

Burçin ile kızı Pınar, Prof. Mustafa Hoca, Korhan ve Efsun, simgesel anlamların derinleştirdiği Türk mitolojisinin kasabadaki bir tarafıdırlar. Diğer tarafında ise çevre sorunu olarak da görülen kasabadaki demir fabrikasının yönetiminde bulunan Buğra ve sekiz adamı bulunmaktadır. Demir fabrikasındakiler Burçin’in kasabaya gelişine sıcak bakmazlar ve her ne pahasına olursa olsun Burçin ile kızı Pınar’ı taciz, iş teklifi gibi her türlü yöntemle kasabadan uzaklaştırmak isterler. Bu da ilk anda amacına ulaşmış izlenimini verir…

Burçin, düştüğü İstanbul yolunda yüzlerce kilometre arayla aynı geyiğin iki defa yollarına çıkması ve Pınar’ın, geyiğin önlerine çıktığına bakmadan anlaması, dikkatini çekmesi üzerine aniden kasabaya dönmeye karar verir. Bunu Pınar’a sorunca, “Minik buzağım söyledi” yanıtını alır. Kasabaya yakın ormanlık alanda ise aynı geyiği yeniden görünce durup seyrederler. Pınar inip geyiği sevdikten sonra “Haydi git” deyince gider geyik. Kasabaya “…girişte Burçin, kırmızı arabasıyla kendisini bekleyen Korhan’ı gördü. “O gün güneş Kayınlı kasabasında bir başka battı. Mustafa hoca bahçesindeki sallanan koltukta batan güneşi kapalı gözleriyle, farklı bir keyifle izledi. Kıyat evine bambaşka bir keyifle döndü. Atölyede yaşadıklarını Doğan’a uzun uzun anlattı. Buğra’nın, kasabaya dönenleri hissedip evinde öfkeyle duvara fırlattığı şarap kadehini, Burçin’in evinin lambaları yanıp, beyaz güneş perdesinin ardından Burçin’in kucağına atlayıp primat gibi sarılan Pınar’ın gölgesini kimse bilmedi, görmedi. Her şeyi sadece yaşayanlar bildi.” (s.72)   

Tüm bunları Prof. Mustafa Hoca ile görüşür…

İstanbul’a giderlerken arkaya döndüğünde: ”Anne bence sen önüne bak” dediğini, yolda duran geyiğin geliş yönlerine kasabaya doğru yürüdüğünü, daha sonra da aynı geyiğin iki kez yollarına çıktığını anlatır. “Sizle konuştuğumuzda geyik ve buzağının Türk mitolojisinde önemli yeri olan hayvanlar olduğunu söylemiştiniz. Gök ve yıldızlar, aynı geyiğin üç kere önümüze çıkması bana tuhaf geliyor.” (s.81) der. Mustafa Hoca, Pınar’a yoldaki geyikten söz edince: ”Hatta daha önce orada olacağını biliyordum, minik buzağım söylemişti” der. (s.99)

Burçin ayrılırken, verdiği bağlantısız yanıta rağmen Mustafa Hoca yeni rüyalar olursa sizi dinlemek isterim der. Hocanın elinden çay bardağının düşmesini örnek vererek, Ada da: ”Vallahi de billahi de sana söylemediği şeyler var…” der.(s.82) Mustafa Hoca, Korhan’ı arayarak Burçin’in gelip anlattıklarını söyledikten sonra inisiyasyonun çoktan başladığını belirtir. “…Biz anlıyorsak Buğra da anlayacaktır” der.

Burçin’in Türk mitolojideki adının anlamı erkek ya da dişi geyik olduğunu da belirten Mustafa hoca, Pınar’ın burçların koruyucusu çocuk olduğunu da açıklar. Türkler için doğanın önemine dikkat çeken Mustafa hoca oturduğu ağaçla bütünleşirken; annesinin kolyesini takan Pınar da ok başıyla birleşerek enerji alışverişine girer. Pınarın sarıldığı ağaç ortadan ikiye ayrılıp içinden geyik çıkar. Ağaçların arasından çıkan minik bir beyaz buzağı da Pınar’ın yanına gelir… Mustafa Hoca, Pınar’a: ”Bu gün geyik gelmedi. Üzüldüm keşke gelseydi” derken; Pınar: ”Geldi, birbirimizin burnunu sevdik görmediniz mi?” der (s.102)

Korhan ve Kıyat ile fabrikadan arkadaşı olan demirci Yusuf, Burçin’in babaevinin çatı kiremitlerini değiştirirlerken, değiştirip değiştirmeyeceğine henüz karar vermediği zemin döşemelerini kontrol eden Burçin, çivi çakılmamış tahtalardan birinin altında beze sarılmış üzerinde kakmayla yapılmış geyik, kurt, kartal motifleri ile bilmediği bir alfabeyle yazılan yazılar bulunan demir bir kutunun içerisinde çeşitli boylarda renkli kuş tüylerinin arasında rüyasında gördüğü yıldırım çarpmış ok başı bir kolye bulur. Daha sonra Ada ile Mustafa Hoca’ya giderek, bulduklarını gösterdiklerinde, Mustafa Hoca, kutunun üstündeki yazının “sırrın sahibine” yazdığını söyler. Tüyler içinse doğan, atmaca, kartal, şahin gibi avcı kuşlara ait der. Ok başının ise eski Türklere, şamanlara ait bir ritüel olduğunu belirtir. Ok başlı kolyeyi Burçin takmaya başlar.

Eğitime önem veren Burçin, kasabadaki öğrenci çocuklar için etüt yeri açmaya uğraşırken; Mustafa Hoca, Buğra’nın büyüsünü ve Erlik’le olan anlaşmasını anlatır. İlk şaman Arık Ana’dan destek isteyip, büyüyü “el verdiği” yakınlardaki bir yardımcısına bozdurduğunu söyler. Mustafa Hoca, gök sakallı olduğunu söyler ve de başka gök sakallılar olduğunu da.

*DEMİR FABRİKASI

Esat’ın desteğiyle demir fabrikasına giren Kıyat, Buğra ve adamlarına karşı girişilen savaşımda Burçin ve arkadaşlarına destek verir. Demirin geleneksel ve ritüelsi yeri mistik/dinsel bir yaklaşımla açıklanır… Yusuf, Kıyat’a, “Dün dövülmeye gelen kor demirler için mübarekler” demesini sorunca, Yusuf, demirin indirildiği Hadid suresi 25. Ayetle konuyu açıklar.

Buğra ve adamları Büşra’ya karşı ölümcül ayin düzenleyip, büyü yapmaları sonucunda gece kâbus gören Burçin için sabah ambulans gelir. Mustafa Hoca’nın dün geceki rüyasını Korhan da görür. Hoca, bir şekilde Erlik’e ulaşmışlar der, dilekleri kabul edilmiş. Daha sonra, Burçin’i kurtarmak için Arık Ana’yla zihninde konuşan Mustafa Hoca, Efsun’a Erlik’in Burçin’i öldürmeye çalıştığını söylediğinde, o “Başım üstüne” der, Mustafa Hoca da: “Devrin Daim olsun.” Acil servisteki elektroşokla Efsun’un: ”Çık” deyişi aynı ana geldiğinden Burçin hayata döner.

Doğaüstü güçlerin egemenliğinde gelişen olaylarla yer yer bir fantastik ve şaman yaşamıyla özdeş mitolojik bir şiddet hâline gelen romanda ritüeller de sırası geldiğinde devreye girer… Mitolojide kurban olarak beyaz at sunulmasına değinen Fazlı’nın ”Erlik’e kurban vermezsek salgın bitmeyecek” (s.96) yaklaşımında olduğu görülürken; günümüze kadar gelen, elini masaya üç defa vurup kulağına kadar götürmek de eski bir şaman âdeti olarak değerlendirilir.

Mustafa, Korhan, Burçin ve Pınar’ın kayın ormanına gelişini fabrikadan gören Buğra hemen fabrikanın demir fırınlarından çıkan kömür zerrecikleriyle göçüğü kaplattığında Pınar kötülenince, Mustafa Hoca hemen Pınar’ı kucağına alıp daha sonra bir ağacın içinde kaynayan mavi sudan avuçla alarak Pınar’ın dudaklarına değdirdiğinde gözleri açılıp, kendine geldiğinde ise geyik ile de buzağı gibi gizemsel simgeler de Pınar’la beraberdir.

O gün fabrikada ilk kez erken paydos olur. Kıyat, Yusuf’la birlikte giderken fabrikadaki pınarın bulunduğu odanın kapısının açık olduğunu, pınardan kaynayan kanları ve duvarların kıpkırmızı olduğunu görür. O arada müdür hemen kapıyı kapatınca, Kıyat, kendilerinden bir şeylerin saklandığını anlar. Buğra ve müdürler kan kusan kırmızı pınarın başında bilinmedik dualar okuyarak dönerler, diğerleri yere düşüp bayılınca, tek başına kalan Buğra kan fokurdayan pınardan eğilip bir avuç içerek “Müjdeni bekliyorum” der.

Gelişen korkunç olaylar üzerine Burçin, Kıyat’la konuşur…

 “Burçin kasabaya ilk gelişlerinde Korhan’la geçirmek üzere oldukları kazadan başlayarak Mustafa Hoca’yı, Korhan’ı, okuduğu ve kendisine anlatılan efsanelerden uzun uzun söz eder. Kıyat’ın sorularını yanıtlar. Ormanda yaşadıklarını, Pınar’ın burçların koruyucusu olduğunu, Mustafa Hoca’nın gök sakallı olarak Pınar’ı ölümden döndürdüğünü, Erlik ve kötü şamanları anlatır. Kıyat, Burçin’in anlattıklarını ciddiye alarak dinler. Burçin, öyküyü anlattıktan sonra; “Bir şeyi merak ediyorum. Demir fabrikasına ilk girdiğinde neler hissettin?” diye sorduğunda, yönetim bölümünün pisliklerden oluşan tekin olmayan bir yer olduğunu hissettim, hatta bir an kendimi Kubrick’in Shinibgs filminde hissettim” der. Sonra onun sorması üzerine kanlı pınar odasını anlatır. (s.220)

Hızla seyreden gelişmeler sonrasında Mustafa Hoca, Arık Ana’dan yardım ister… Sesini duyan Arık Ana: “Söyle gök sakallı” der. “Bunlar Tepegöz’ü yeryüzüne çıkarmaya çalışıyorlar, çıkarsa büyük felaketler olur” dediğinde “Haklısın.” Diyen Arık Ana “Bu kadar cüretkâr olacaklarını tahmin etmemiştim..” deyip onu çıktığı yere geri gömeceklerini söyleyip ekibini bir araya getirerek her tür hile ve kötülüğe hazır olun. “Devrimiz daim olsun.” Dediğinde de “Tamam ana. Devrin daim olsun.”, ”Devrimiz daim olsun” demek gerekirse ölümüne savaşacağız demektir, der. Daha sonra Mustafa Hoca, Korhan’ı arayıp durumu anlatır. Korhan; Alparslan, Selahaddin Eyyübi, Fatih Sultan Mehmet ordusundaki savaşlarını hatırlayarak eve gidip “atlas kumaşa sarılmış sapı mavi safir ve yakutla işlenmiş pırıl pırıl parlayan bir kılınç çıkarır…” (s.229)

Buğra’nın gördüğü rüyalarda Erlik yeryüzüne çıkamazsa da tepegözü gönderir. .

Kıyat ve Doğan’ın bahçedeki demir çubuklarına sessiz yıldırım düşürerek çeliğe su verildiğinde ise parlayan mavi gözleriyle elini havaya kaldırıp, parmakları aşağı doğru kıvırdığında yıldırım sadece demir sopaları çeliğe çevirir. Ada ile Pınar’ın kaçırılması ise olayları tetikler… Buğra, Pınar’ın kolyesini tutunca çarpılır. Zihin mesajları olaylar sırasında yaşanır… Buğranın gönderdiği “Gece saat 12:00’de Korhan’la kayın ormanına gel Ada ve Pınar karşılığında savaş olacak” dediğinde Mustafa Hoca kabul eder. Kıyat, oğlu Doğan ve Doğan’ın zihninde gördüğü kız arkadaşı Efsun ile Kıyat’ın fabrikadan demirci arkadaşı olan Yusuf’la birlikte altı kişidirler. Karşılarında ise vücutlarını kapladıkları özel karışımın işlemediği karışım kuruduğunda kurşun, ok ve mızrak işlemeyen Burak ve sekiz adamı vardır.   Büyü meydan muharebesi başlamak üzeredir… Ormanda karşılaştıklarında Buğra ve adamları Ada ve Pınar’ı serbest bırakırlar. Ada kaçıp giderken, Pınar yanlarında kalır.  Olanları uzaktan gözleri kapalı izleyen Efsun zihninden Pınar’a mesaj gönderek: ”Annenle birlikte geri koşun, gördüğün ulu kayının kovuğuna girin, sıran geldiğinde yardım edeceksin.” Der (s.240)

Savaş başlar… Kurşun, ok, kılıç işlemez Buğra ve adamlarına…  “…Köpek kafalılar, savaşa “İtbaraklar” olarak hazırlanmışlardır. Uzun yıllar önce itbaraklar Oğuzhan’ın ordusunu böyle yenmişler,…” (s.242) Daha sonra geri çekilme  başladığında Efsun, Pınar’ı ağaç kovuğundan çıkartır. Pınar, çığlık atıp savaşa girdiğinde Buğra, “Önce onu gebertin” emrini verdikten sonra ormanın içinden dokuz gök yeleli kurt çıkarak köpek kafalılara hırlamaya başlarlar. Kar yağarken, ormanın içinden gelen sıcak havayla Korhan ve arkadaşlarının yaraları kapanıp enerjik olurlar. Sıcak rüzgârın ardından kara rüzgâr estiğinde köpek kafalıların bedenlerindeki karışım parçalanıp yok olur. Pınar’ın yanındaki gök kurtlar artık itbarak olmayan köpek kafalılara saldırırlar. Karşı taraf yok olmaya başlar. Farklı ülkelerden gelen savaşçılar Sibirya’da kömür ocağının önünde savaşırlarken, Şamanlar tesir yeteneğiyle, atılan okların yönlerini değiştirirler. “…tepegöz, Kayınlı’da yeryüzüne çıkacakken burçların koruyucusunun Sibirya’daki bu madene yakın bir yerde olduğunu Tepegöz’e inandırmış; onu buraya çekmişti…” Savaşta ölen Arık Ana “Devrim daim olsun” der. (s.244)

 

*(Murat Yazan/Roman/Günce Yayınları/Ocak 2023/244 sayfa)

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor