BAĞDA BUDAMA

Bağ başka, bahçe başka. Amenna!.. Velâkin Adanamızda bağ başka, bağ başkadır. Sözlüklere ve tarım kitaplarına bakarsanız, bağ  demek, üzüm teveklerinin bulunduğu alan demek. Yani, bağa gidenler, bulsa bulsa üzüm bulur. Bu tarife yabancıyız. Bizim bağlar hem bağ hem bahçedir.

Yanlışlıkla, şimdiki zaman dilini kullandım. Yıllardır bizde bağ filan kalmadı. Mahfesığmaz, Kurttepe, Birinci Keli, İkinci Keli, Kireçocağı, Cenzirli (Zincirli), Cinali ve ismini anımsayamadığım bağlarımızdan eser yok. Hepsi de mahalle oldu.

BİZİM BAĞLAR

Şeksiz-şüphesiz, bağlarımızda mutlaka üzüm tevekleri vardı. Çoğunluk da “Araboğlu” diye satılan Adana Karası’ydı. Haziran ortasından itibaren kehribar gibi parlayan taneleriyle gülümserdi. Pekmezimiz, belbelimiz (pestil), Kesmemiz (köftür, köfter), silkemiz (sirke) tamamen kendi bağımızın ürünüydi.

İncir, bağlarımızın olmazsa olmaz meyvesiydi. Bardacık, lâp incir, cigriz ve kara incir cinsleri aklımda. Son yıllarda zorunlu olarak satın alıp yiyebiliyorum. Birkaç yıl öncesine dek, kendi elcağızımla dalından koparmadığım inciri yiyemezdim. Dutu halen ancak dalından toplayabilirsem yiyebilirim. Tabii bağlarımızda dut da olurdu. Boncuklusu, karası, urum’u, beyazı…

Başka?.. Sayalım: zeytin, elma, nar, can erik, İtalyan erik, mamuk erik, badem, zerdali, kayısı… Kireçocağı bağlarında harnup da çok olurdu. Dedik ya, bizim bağlar hem bağ hem bahçe, hatta hem de bostan sayılırdı. Çünkü darı, banadura (domates), acebek, nohut, fasulya, soğan, sarımsak, nane, maydanoz gibi sebzelerimiz de bağlarımızın temel ürünlerinden sayılırdı.

BUDAMA VE AŞI ZAMANINDAYIZ

İçinde bulunduğumuz günlerde bağlarımızda budama ve gereliyse aşı yapılırdı. Üzüm teveklerinin budanması deneyim ve ustalık isterdi. Ana daldan itibaren iki göz bırakılırsa üzüme, üç göz bırakılırsa yaprağa budanmış olurdu. Zira yaprak da çok önemli ürün sayılır, hem taze, hem de salamura olarak sarmada bol bol kullanılırdı.

Bağ bıçağı, testerenin minyatürü, çakının büyüğü gibi bir araçtı. Çakı gibi açılınca ince dişli testeresi ortaya çıkardı. Budama, işte bu araçla yapılırdı. Budama makası bölgemizde henüz doğmamıştı. Aynı bıçakla, diğer ağaçlarımız da gerektiği şekilde budanırdı. Temel amaç, dalların ve çıkacak yeni filizlerin birbirini güneşten mahrum etmemesine dayanırdı.

YAKACAĞIMIZ

Bağlarımız aynı zamanda yakacak kaynaklarımızdan biriydi. Budamadan çıkan dallar arabayla eve taşınız, avluda uygun bir yere istiflenirdi. Hep derim ya; o yıllarda Adana’da tek bir tanecik olsun avlusuz ev bulamazdınız. Her avluda da, biri büyük, diğeri küçük üç topak çamurdan yapılmış ocak mutlaka olurdu. Ocaklarımızın ısı enerjisi de, bir süre budama dallarla sağlanırdı. Bağ kaynaklı enerji tükenince de, yardırılmış odunlara geçilirdi. Yağışlı günlerde yemeğimiz maltızda, kömür ateşiyle pişirilirdi. Annem, hangi mevsim olursa olsun, başta mahluta olmak üzere bazı yemekleri mutlaka kömür ateşiyle hazırlardı.

ŞUBAT’LA BAŞLARDI

Şubat yağmurlarının izin verdiği hafta sonlarında biz de Barkal’ın arkasında, İkinci Keli’deki bağımıza giderdik. Babam ve büyük amcam iki uçtan başlayarak önce üzüm teveklerini, sonra da ağaçları budayarak bağımızı ürüne hazırlamanın ilk çalışmasını tamamlamış olurlardı. Bundan sonra da, babamın anlaştığı fakat benim hiç tanışmadığım bir bağ komşumuz atını koştuğu sabanla felhanı yapar, yani sürerdi.

Mart-Nisan aylarında da tohumlar ve şitiller toprakla buluşturulur, bağlarımız Mayıs sonuna hazırlanmış olurdu. Budama, kazma, ekim-dikim zamanlarında bağımıza gitmenin tadı halâ damağımda, özlemi ise yüreğimde ve ciğerimdedir.

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor