ŞAİR AHMET AYBERKİN’LE GÖRÜŞMÜŞTÜK

“Çağdaş”, “Meltem”, “Türk Yurdu”, “Petek”, “Yapıt”, “Türk Dili”, “Denge”, “Otağ”, “Şiir Defteri”, “Yelpaze”,“Çatı”,  “Elif”, “Nabi”, “Su”, “Çağrı” ve “Maki” gibi dergi ve antolojilerde şiirleri ve  şiir çevirileri yayınlanan Ahmet Ayberkin’in “Günışığı”, “Ah! O Van Gogh ve Sen”, “Devede Bir Çöl”, “İnsanlık Melodileri”, “Sesler”, “Güz Gülleri”, “Gül Parmakları Güneşin”, “Ağaran Dünya” ve “Sultan Türk Şiiri Antolojisi” yayınlandı.

 

            “Güney Postası”nda bu haftaki yazımız yaklaşık 20 yıl kadar önce Mersin’de Ahmet Ayberkin’le yaptığım, yitik olan söyleşilerimden biridir.  Döneminde ses getiren çalışmalar yapan Ahmet Ayberkin (1927, Adana – 2010 Mersin) Cemal Süreya’nın da değer verdiği bir şiir dostuydu.

 

Cumali Karataş***Sevgili dost Ahmet Ayberkin, sizi saygıyla selâmlıyorum. Uzun yıllardır tanışıyoruz… Sanatsal kişiliğinizden, sanatınızdan sevgiyle söz ediyoruz, şiirlerinizi içtenlikle anıyoruz… Yarım yüzyılı aşan şiir ve edebiyat uğraşınız nasıl, ne zaman ve nerede başladı?

            Ahmet Ayberkin—Benden de sevgi, saygı değerli dostum. Özellikle Adana yaşamında derin yankıları olan “Yeni Adana” gazetesinde izlediğim sanat sayfası için gönülden şükran duyuyorum.  Sanat sayfası sanatçılara çok şey anlatmakta, destek olmaktadır.

Elbet, ilk şiirlerime doğduğum yer olan Adana’da başladım. Adana 2. Ortaokul’nda (İstiklâl Ortaokulu) okurken. Öyküler, şiirler yazıyordum kendime göre. Öğretmenimiz Sabri Güzel’di (yıl 1943). Öğretmenimizin kalın bir şiir kitabı vardı. Adı, “Yanardağda Çağlayan” dı. Yazdığım öykü ve şiirleri sınıfta okutuyordu.

  1. Karataş***Belki şiir değildi size göre de ama İlk yazdığınız dizeleri anımsıyor musunuz? Bugüne kalan bir şiir çıktı mı ondan?
  2. Ayberkin—İlk yazdığım dizeler her şairde olduğu gibi kendimce idi. Defterler alır, şiirlerimi onlara yazardım. Önceleri çıkmadı ama 1956 yılında İstanbul’da yayınlanan sanat sayfası ile Ümit Yaşar Oğuzcan’ın ilgilendiği bir dergide yayınlandı. Eski şiirin rüzgârı ile yazılmıştı:

Sen de uslan gönül güzdür mevsimin

Bezm-i heves artık feryada kaldı.

Kırkından sonrası sözdür mevsimin

Bir kırık destide son bade kaldı.

Bu ara Konya’da yayınlanan “Çağrıda Yeniler” adlı antolojide, “Çağrı” dergisi şiirlerimi yayınladı. Bugüne kalan şiirler daha sonraki yayınladığım dergilerde, antolojilerde yer aldı.

C.K.** Şiir konusundaki yeteneğinizi ne zaman fark edip, daha bilinçli ve kalıcı bir çalışmaya yöneldiniz? 

A.A.—Kendimce şiirle uğraşırken Divançe gibi mesnevi biçiminde 24 beyit 48 dize bir şiir yazmıştım. Çağdaş dergisinin şiir yarışmasına o şiirle katıldım (dizelerdeki şiirler öz Türkçe idi). Jüri üyeleri Şahinkaya Dil (şair), General Oğuz Kazım Atok (şair), Hasan Şimşek (şair) idi. Birincilik verildi. Sonraları ölene kadar Şahinkaya Dil’le dostluğumuz sürdü. Bir bakıma bana usta oldu. Sonraları Cemal Süreya ile şiir dostluğum oldu. Bilinçli çalışmam: Hüseyin Contürk’ün Ahmet Arif’e ve bana “Dönemeç” dergisinde çatmasıyla, kalıcı çalışmaya yöneldim. “16 şiir yayınlamış bu yıl, ama bir yenilik getirmemiş.” Demesiyle yeniyi aradım.

***Sonraki çalışmalarınızı nasıl sürdürdünüz? Hangi dergilerde şiir vb. sanat ürünleriniz yer aldı?

Şiirlerim: Ankara’da: “Çağdaş”, “Meltem”, “Türk Yurdu”, “Petek”, “Yapıt”, “Türk Dili”, “Ajans Türk” yıllık takvimleri, “Oluşum” ve özel sayıları: İstanbul’da: “Denge”, “Otağ”, “Şiir Defteri”, “Yelpaze”; Bursa’da: “Çatı”,  İnegöl’de: “Elif”, Urfa’da: “Nabi”, Sivas’ta “Su”, Konya’da: “Çağrı” ve Mersin’de: “Maki” gibi dergiler ile Feyzi Halıcı’nın M.E.B. için hazırladığı antolojilerde; İstanbul D Yayınları’nda, Oktay Yivli’nin “Şairler Alfabesi”nde, “Çukurovalı Şairler”de yer  aldım. Kendim de bir antoloji hazırladım.

***Şiirin dışında, edebiyat ve sanatın diğer dallarında ürünler verdiniz mi?

Bir şiir antolojisi yayınladım. “Sultan Türk Şiiri” (1966) adında.

            ***Sanat ürünleri konusunda, sayısal bir tanım yapmak kuşkusuz ki yanlış… Bu konuda nicelik değil de nitelik önemli. Ama ben yine de sormak istiyorum?.. Bugüne kadar yaklaşık kaç şiir yazdınız?

Aynı soruyu Cemal Süreya’ya sormuştum şöyle demişti: “20.000 adet şiir yazdım. Ancak 150’sini yayınladım.” Öldükten sonra Sevda Şiirleri’ndeki antolojide 188 şiir saydım. “Diğerleri” demişti “çöp sepetine”. Yazdığım şiiri 15 gün sonra bir daha okuyorum, beğenmiyorum. Ben de 20.000 yazdım. Ancak 500 adet yayınladım. Diğerleri çöp sepetine.

 

***Ya kitaplar …? Kaç kitabınız yayınlandı bugüne dek? Yazdıklarınızın kitaplaşması sürecek mi?

            —Sekiz kitap, bir antoloji yayınladım. Şiirle uğraşım, rahatsız olmama karşın hâlâ sürmektedir.

***Şiir nedir; nasıl olmalıdır? Ne şiirdir; ne değildir?

            —Şiirin bugüne kesin bir yanıtı yoktur. Ancak, tanımını, her şair kendine göre yorumlar. Buna göre her şaire saygı duymak gerekir. Kuşkusuz şiir sözcüklerle kurulur. Gelişigüzel sözcükler dizelere girmemeli. Anlamı olan, bağlantıya uyan sözcüklerin girmesi şiirin değerini yükseltir; iç sese, iç anlama uymayan, iç ahengi yakalamayan şiir şiir değildir.

Şiir, kanımca iç ses’tir, yürektir. Şiirde imge, simge, çarpıcı, şaşırtıcı olmalı.. Dizeler şairin kendisidir. Dizelerde şairin özü varsa, ayrı bir dünyası varsa o iyi bir şairdir. Ayrı bir dünyadan haber verir. Şair süzülmüş bir insan ve alnında ışığı duyan kişi olmalıdır. Peygambere gelen vahiydir; şaire gelen ilhamdır.

***Ya şair..? Şair, ya da sanatçı nasıl olmalıdır? Etik ilkeler ve aydın olma erdeminin yanına başka nitelikler ekleyebilmek olası mı? 

Doğmamış duyguları doğurtmaktır şairin işi. Söylenmiş, ayağa düşmüş sözlerden kaçınmalı. Şair Osman Türkay’ın bana dediği gibi bütün bilimleri yutmuş olmalı. Bir İngiliz toplumunda bir fizik profesörünü, bir kimya profesörünü ya da bir matematik profesörünü takdim ettiği zaman, İngiliz gülümser ve memnun oldum der. Ama birini şair diye takdim ettiğiniz zaman herkes ayağa kalkar saygıyla selamlar, memnun olduk der. Böyle bir şair artık kendi ürünlerini doğurur, insanlığa çok şey kazandırır. Bizdeki bilim eksikliğidir.

***Çağdaş şiirlerinizle tanınıyorsunuz. Poetik anlamda yerinizi bulmak için hangi aşamalardan geçtiniz? Ölçülü şiirden mi çağdaş şiire yöneldiniz? Gelenekle bir bağınız var mı, veya oldu mu? Ayrıca, şiirde geleneğin önemine ve çağdaş şiirle olan bağının gereğine inanıyor musunuz?

            —Şair, kendini, öncekileri iyi bilmek zorundadır. Bir Karac’oğlan, Bir Yunus’a benzer hangi şair var batıda. Hiçbir batı ülkesi bizimle boy ölçüşemez. Halk şiirinden yetiştim diyebilirim. Ölçülü halk şiirimiz dizelere güç getiriyor. Güç, denge, çarpıcılık kazandırıyor.

            ***Çağdaş şiir konusuna gelince, şunu da sormak istiyorum? Günümüz Türk şiiri hakkındaki değerlendirmeniz; gelenekten çağdaş şiire uzanan yolda Servet-i Fünun, Milli Edebiyat, Garip, 2. Yeni, Yeni Bütüncüler vb. akımların imbiğinden süzülen günümüz Türk şiiri hakkında neler söylemek istersiniz?

            —Günümüz Türk şairlerini hayranlıkla inceliyorum. Övünç duyuyorum. Servet-i Fünun’dan Ahmet Haşim’in şiir gücüne inanıyorum. Milli Edebiyat öyle. Faruk Nafiz Çamlıbel bir başka, Garipçiler için söylenecek söz çok. Hiçbiri iyi şair değil ama bir çığır açmışlardır şiir böyle de yazılabilir diyedir. 2. Yeni diye tanımladığımız akım Gariplere karşı yapılmıştır. Önce Nâzım Hikmet’e Orhan Veli’nin bir şiir kitabını getiren Oktay Rıfat takışmışlardır (teyzesinin oğludur Oktay Rıfat). Cemal Süreya da bir şiirinde Nâzım Hikmet’in 2. Yeni şiirinin kurucusu olduğunu söyler. Nâzım Hikmet’in 1944’den 1963 yılına kadar yazdığı şiirler kanımca 2. Yeni’yi bütün görkemiyle kucaklar. Burda Fransız şiirinin etkisi görülür. Fransız şiirinin üstüne çıkmış Nâzım. İlhan Berk, Cemal Süreya da bu akımdadır elbet. Attila İlhan, Fazıl Hüsnü Dağlarca da yeni şiirin güzelliğidir.

            ***Ahmet Ayberkin’in bu şiirin neresinde olduğu?

            —Ahmet Kabaklı,  1989 yılında yayınladığı “Yirminci Yüzyıl Türk Şiiri” adlı antolojide Türk şiirini 1940 yılına kadar olan, 1940 yılından sonra olan şairler diye sınıflandırmış. Beni de 1940 kuşağına almış. Orda yazanlar şöyle: “Ayrıca ‘Devede Bir Çöl’, Ahmet Ayberkin’in 4. şiir kitabı imiş. Çağdaş Yayınları’nca çıkarılan bu son kitaptaki şiirler gerçekten usta işi. Felsefi düşünüşle soyut söyleyişi birleştirmiş. Böylece yeniye özenen birçok şairin kelime oyunculuğu kofluğundan kurtulmuş. Ayberkin hem bir şeyler söylüyor, hem yeni ve kendine özgü dille söylüyor. Şiirin hem lezzetini hem de ahengini kurtarıyor. Bu şiir çilesinde giderse Ahmet Ayberkin’den daha üstün şeyler beklenebilecek…” (Tercüman 28 Eylül 1966-Gün Işığında)           Ayrıca, İstanbul’da yayınlanan, ünlü bir şairimiz, “Şiir Defteri”nin birinci sayısına Türk şiirinden örnekler sunduğunda Ali Yüce’yi ve beni üç yıldızla birinci göstermişti. Bunlar gerçekten bir şairin onur ve güven duymasına bir vesiledir diye düşünüyorum. Kendimi ise Divan şiirinden günümüze kadar gelen Servet-i Fünun, Milli, Edebiyat, Garip, 2. Yeni, Yeni Bütüncülerle yakın hissediyorum. Eskilerden ve yenilerden zevk alıyorum. Ayrıca kendimi Ahmet Yesevi’den Yunus Emre’ye günümüze kadar olan tasavvuf felsefesinin hayranı olarak görmekteyim.

***Sizin döneminizle günümüz şiiri hakkında bir karşılaştırma yapabilmek olası mı?

            —Bizim gençlik yıllarımızda ölçülü şiir revaçtaydı. Heceydi, vezindi, uyaktı, aslında şiiri özgürlükten uzaklaştırıyor. Şair, duyduğunu söyleyemiyordu. Bir kıskaç içindeydi. Özgürlükle duyduğunu, düşündüğünü kendi yeteneğiyle en iyi, en güzel biçimde söyler oldular. Bu, şairin söylemek istediğini söyletiyordu.

***Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri kendisinden önceki ve sonraki dönemlerden daha güçlü ve toplumla bağını koparmayan bir yapıda gözüküyor? Özellikle, yaşanan sürecin etkisiyle de 2. Yeni’den sonraki süreçte,  şiire olan ilginin daha da azaldığı mı görülüyor? 

Hece ölçüsü, uyaktı derken şair gerçekte söylemek istediğini söyleyemiyordu. Anlam ölçüler içinde kayboluyordu. Ölçülere, uyaklara halkın ilgisi fazlaydı. Özgür koşukla yazılınca şiirin kolayına kaçıldığı sanıldı. Özellikle Orhan Veli’nin şu şiiriyle alay edilir oldu:

Bir taş attım ağaca

Düşmedi taşım

Düşmedi taşım.

***Şiirleriniz hakkında neler söylemek istersiniz? İçeriğinin ağırlığı nedir?

Bireysel şiir yazsak da evrensel ve toplumsal olayların etkisindeyim, her şair gibi bunları duyumsuyorum. Kanımca bunlardan etkilenmeyen şair olamaz. Şiirlerimde insan ve yaşam iç içedir. Cemal Süreya ile dostluğumuz olsa da 2. Yeni’yle ilgim yok. Cemal Süreya ile İlhan Berk’in dışındakileri 2. Yeni’ci saymıyorum.

***Şiirinizi nasıl besleyip, değerlendiriyorsunuz? Özenleriniz nedir?

Okumak… Şair dostlarla yazılan şiirleri karşılıklı eleştirmek. Zengin Türk şiirini geçmişten geleceğe okumak. Çeviri şiirleri okuyup düşünmek. Şiir düz yazı olmadığına göre fazla sözcükten kaçınmak.

***Şiirin yaşamımızdan yavaş yavaş çekilmesi hakkında neler söylemek istersiniz?

            —Cumhuriyet Dönemi başlangıçta şiir yazan, şiir okuyan erdemli bir uğraştı denilebilir. İkinci Yeni’den sonra toplum şiirine yönelindi. Hasan Hüseyin’in “Kavel”i, Ahmet Arif’in “Hasretinden Prangalar Eskittim” adlı şiir kitapları dillere destan oldu. 1980’den sonra toplum şiiri yerini bireysel şiire bıraktı. Şiire olan ilgi azaldı. İnsanın ufkunu açan, duyuşuna daha bir derinlik katan şiirlere sırt dönüldü. Benim kanım şarkılar, türküler, televizyonlar, futbol merakı, halka çekici geldi. Düğmeye bastın mı yeni manzaralar, yeni yaşamlar görebiliyorsun. Her türlü müzik, şarkılar dinleyebilirsin. Şarkıcılar, türkücüler, futbolcular kazanç kapısı, şiirse kazançtan uzak kaldı. Bu yalnız bizde değil, şiirin merkezi Fransa’da da böyle oldu. En ünlü şairin kitabı 500’den fazla satmadı. ABD’de de böyle; ‘şiire eğilim için yasa bile çıkarıldı.’ Her yıl ocak ayı tüm neşriyatta şiirin yayınlanması istendi. Üstelik, Birleşmiş Milletler’ce 21 Mart Dünya Şiir Günü ilan edildi.

***Size göre anlamıyla, biçimiyle, içeriğiyle nasıl bir şiirimiz olmalı?

İçerik olarak şiirde anlam ve açıklık ilk koşul. Anlamı olmayan şiirlerin deyimi de olamaz. Şiirde öz biçimi yaratır; biçimde de sanatın yüreği konuşmalı, ne bir sözcük fazla, ne bir sözcük eksik, her şiir şairin kimliğidir. Demeli ki şair: ”Irmaklar akar denize/Denizi arayan bir ırmaktır şiirim.”

Sonsuzluk özlemine ulaşmak isteyen bir ozandır şair. Her sözcük şiire gelişigüzel giremez. Şiire giren sözcükler anlam ve seslerine göre değer kazanırlar. Şairin yeteneğince ölçülür, biçilir. Şairin yaşam deneyleri, çeşitli çağrışımlar çağrı yapar yeni ve değişik anlam kalıpları ile kendini (yeteneğine göre) ebedileştirir: ”Rüya gibi bir yazdı yarattın hevesinle” (Yahya Kemal) gibi.

            ***Postmodernizm, gerçeküstü, kurgu kökenli akımlar… Sanatsal ve okur açısından  getirdikleri?..

Postmodernizm = Yeni çağa değişim sürecinde, bir yarış hâlinde gelenekleriyle, görenekleriyle, siyasetten ekonomiye, devlet yönetiminden şirket yönetimine, değerlerden inançlara kadar her şey değişim sürecinde. Bilgi çağı denilen bu dönemde modern toplumdan postmoderne geçiş sürecinde yeni ilkeler benimseniyor, yeni yükselen değerler elbet şiirde de yer alıyor. Şiirin daha iyisini, daha güzelini bulmak arayışında da bütün geçmiş zamanları da kapsamına alıyor. Şiirler, iyi dizeler daima iyi, daima güzel.

*Ömer Hayyam (1048-1122):

            İçin temiz olmadıktan sonra

            Hacı, hoca olmuşsun kaç para.

            Hırka, teşbih, post, seccade güzel.

            Ama Tanrı kanar mı bunlara?”

 

            *Şair İssa (Japon):

            DİLEK

            Çekirge

            Ben gidince

            Göz kulak ol mezarıma.”

            Gibi geçmişten gelen güzel şiirler hepsi postmodernizmin kapsamında

            Gerçeküstücülük ise, kısaca = Düşünce çerçevelerini gerçek/imgesel, ruh/madde/bilinç dışı/akılsal, akıl dışı karşıtlıklar ve hiç kuşkusuz sanatla yaşam arasındaki kopuklukları ortadan kaldırmak yeni bir dünya görüşü… Hem dünyayı, hem insanı, hem de insanın dünya görüşünü değiştirebilmek. Kurgu kökenli akımlar: İnsanın görüş ufkunu genişletebilmek amacında. Bütün akımlar, görüşler ayrı ayrı pencerelerden insana, insanı kuşatan dünyaya değişik açılardan bakılması. İnsanın ruhunda var olan sanatsal enerjiyi geliştirmek, daha iyiyi, daha güzeli dizelerine serpiştirmek. Sözün özü, insanı daha insan, dünyayı daha güzel bir dünya oluşturmaktır. Sanatçı için böyle, okur için de böyle.

             ***Sanatsal kavram ve değerlerden yoksun bir yadsıma olduğunun altı çizilerek sanatsal çıkış ve gelişimden payını alamayan postmodernizm hakkında yapılan ağır eleştiriler de var…

Her ne kadar eleştirilse de bir yeniliktir. Sanatsal açıdan yenilik olarak bir sanatsallıkta bırakabiliyorsa olumlu olarak bakılabilir.

***Uzun yıllar Adana dışındaydınız, şimdi Mersin’de yeni bir çevredesiniz. Duygularınızı öğrenebilir miyim?

Ankara’da 17 yıl, İstanbul’da 13 yıl kaldım. Ankara’da her sanatçı dostumdu. Ankara’ya gelen sanatçılarla görüşmek olasıydı. İstanbul’da da Cemal Süreya, Behçet Necatigil, Mübeccel İzmirli sık görüştüğüm şairlerdi. Hastalığım dolayısıyla Mersin’e yerleşmek gereğini duydum. Ressam Nuri Abaç: ”Sakın gitme, unutulursun.” Dedi. Ankara, Emek Mahallesi’nde şirin bir evim vardı. Sattım, Mersin’e yerleştim. Mersin’de şair-yazar, hâkim emeklisi, avukat Celal Çumralı ile sık sık görüştük, çevremiz genişledi. Ölenler oldu. Ama yeni dostları da kazandık. Yeni dostlar edindim. Buna doğduğum yerin ozanlarını da katarsan benim için sorunsal bir durum yok. Mutluluk kaynağı.

***Doksanlı yılların başında, Mersin’de MEŞYAD’ı (l992) kurdunuz ve ilk başkanlığını yaptınız anımsadığım kadarıyla… MEŞYAD girişimi taşra konusunda kısırdöngüyü kırma girişimi miydi? Beklenen buysa, işlevini gördü mü?

MEŞYAD’da iyi bir anlaşma olduğunu görmekteyim. Özellikle yönetim kurulu sandığımın üstünde başarı göstermektedir. Bu yıl ülkemizin şairlerine ev sahipliği yaptı. Alkışlanacak bir başarı. Beklenen buydu hiç olmazsa. İşlevini gördü kanısındayım.

            ***Hâlâ şiir vb. çeviri çalışmalarınız sürüyor mu?

            —Bir ara yazıp yayınlattım. Gördüm ki Türk şiirindeki şairler Fransız şairlerinin üstünde. Onun için üzerine düşmedim.

*** Hangi dil veya dillerden çeviri yaptınıız? Bir iddanız var mıydı?

Çeviri konusunda iddialı değilim. Lise yıllarımda Tevfik Fikret’in öğrencisi Profesör Nedim Mazhar Yüzak’tan yararlandım. Bütün yönleriyle Fransızca eğitimi yaptım. Ankara’da Fransız Kültür Derneği’nde 3. Sınıfa kadar devam ettim. Kamil Homriş’ten ders aldım. Fransızca’dan birtakım çeviriler yaptım.  Hatta İstanbul’da bir gift showda kısa da olsa yöneticilik yaptım. Artık yaşlandığımı anlıyorum.

*** Çeviri  şiirin özgünlüğünden ödün verdiği konusunda yaklaşım hakkında sizin diyecekleriniz…?

Çevirisi yapılacak şiiri mot a mot (sözcük sözcük) çevirmek doğru değil. Çevrilecek şiirin dilini ve kendi dilimizi iyi bilmek şairce bilmek şart. Okuduğun şiirin sende bıraktığı izlenimle başarabilirsen ne mutlu. Eğer şiiri yazan kadar o dili bilirsen sıcak duyuşlarla şiiri dilimize çevirebilirsiniz.

***Çeviri yapanın şair olması, şiir özgünlüğü konusunda bir kazanım sayılabilir mi?

İşte bunun yanıtı iyi bir şair olmak söz konusu. Düz yazı olsa, düşünce olsa şair olmasan da olur.

*** Şiirleriniz, çevirileriniz, kitap yayınınız sürecek mi? Bundan sonraki sanatsal çalışmalarınız nasıl sürecek?

            Doktor, ilaç, hastalıkla uğraşıyorum. Arada bir yazabiliyorsam şiir yazıyorum. Kendimce bir şeyler oluşturuyorum. Kısmet diyorum.

***Hem şiiri, edebiyatı, roman vb. seviyoruz; hem de fazla okumuyoruz? Bu çelişki  ve şair enflasyonu görülen okuma özürlü toplum olmamız konusundaki düşünceleriniz..?

            Seviyoruz, okumuyoruz diyorsunuz. Sevsek okurduk. Bilim, sevilecek nice şeyler insanın önüne koydu. Cd, televizyon, internet, futbolcular, şarkıcılar, türkücüler, geziler, arabalar, otobüsler falan. Her insanın sevebileceği çok şey önümüze koydu. Varsa şiire, romana, sevgi gerektiği kadar olmayacaktır elbet. Bu da çağımızın bir gereği gibi… Okuma özürlüsüyüz ama görme, işitme özürlüsü değiliz. Günümüz böylesi şeylerle geçiyor.

***Ya sizin taşranızda… Adana, Mersin; kısacası Çukurova’da böyle bir karşılaştırma yaparsak eğer…

İnsanlar yaşama koşuyorlar. Tek şey para. Adamın arabası var. Hanımının arabası var. Çocuklarının arabası var. Bizim sokakta 20 yıl önce araba yoktu. Para kazanmak, paraya tapmak, ABD’leşmek… Tek ölçü para. Şiir yazmak, şiir okumak insana para getirmiyor ki. Gerçekten şiire, romancılığa meraklı gördüğüm nice arkadaş takılmış paranın peşine. Varsa para, yoksa para… Şaire de, öykücüye de bir tuhaf bakılır oldu. 1949 yılında Adana postanesinde çalışıyordum. Ümit Yaşar da İş Bankası’nda. Yayınladığı kitaptan üzerine adresleri yazılı kitaptan bir çuval getirmişti. Bir fiskos bir gülüşme oldu. Kitapları ben aldım. Ümit Yaşar ezikti, bezikti. Yanımdakilere sordum: “Şairdir” dediler. Demek ki onun yazdıklarını kavrayamamışlar. Üzülmüştüm.

***Türk ve dünya şiirinde beğendiğiniz şair, yazar ve romancılar kimlerdir.

Gençliğimde Cahit Sıtkı, Yahya Kemal, Ahmet Haşim. Sonraları; Cemal Süreya, Atilla İlhan, Fazıl Hüsnü. Etkilendiğim: Cahit Sıtkı, Cemal Süreya,  Fazıl Hüsnü oldu. Batılı ünlü romancılar: Hemingvey, Victor Hügo, Jean Paul Sartre, Herman Hesse. Şairler: Baudlaire, Tagor, T.S. Eliot, Apollinaire, Aragon, Eluard, Mallarme, Edgar Allen Poe, Verlaine.

*** Zevkleriniz ve hobileriniz nelerdir? Günlük yaşamdaki yerleri…?

Zevklerim ve hobilerim küncü göneni. (Yani susama lazım olan rutubet kadar) Bir tasavvufçu olarak bir hırka, bir lokma, önce sağlık diliyorum.

***Rahatsızlığınıza rağmen duyarlılık göstererek söyleşinizle katkıda bulunduğunuz için  teşekkür ediyorum sayın Ayberkin ?

            Değerli dost buraya kadar yorulduğunuz için asıl ben teşekkür ediyorum sağ olun.

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor