MEHMET H. DOĞAN’IN ANILARI “ŞİMDİ UZAKLARDASIN”(*)

Mehmet H. Doğan, pek Adanalı bilinmeyen az sayıdaki yazar ve sanatçılarımızdandır. O nedenle ki Doğan için, Adana doğumlu demekten öte Adanalı demek istiyorum… Adanalı ya da bir yer adıyla anılmak da gölge düşürmenin aksine, edebiyat ve sanat tarihiyle net iletişim kuran bir işlev oluşturuyor…

“Yaşamının ilk 18 yılını Adana’da geçiren”, asıl adı Mehmet Zeki Tokyay olan Rumeli kökenli eleştirmen Mehmet Halil Doğan (28 Haziran 1931 Adana-17 Şubat 2008 İzmir);  Hava kuvvetlerinde pilotluk, İngilizce öğretmenliği yapmış.

Ortaokul yıllarında şiir yazmaya başlayan, o yıllarda okul arkadaşlarının çıkardığı “Genç Nesillerden Şiirler” (1945) adlı bir antoloji de ilk şiirleri yayınlanan Mehmet H. Doğan, aynı yıl küçük hikâyeler de yazmış; “İlk öyküm” dediği “Sarı Recep”, “Yeni Adana” gazetesinde yayımlanmış (1945/46). Lise yıllarında Halkevi kanalıyla izlediği “Çığ”, “Ürün” ve “Kalem” gibi dergilerin yanı sıra, “Görüşler” ve “Çukurova” gibi Halkevi dergilerinde şiirleri yayınlanmış. Yine o yıllarda Orhan Kemal ve Abidin Dino gibi yazarların dinleyici olarak katıldığı edebiyat geceleri düzenleyen Mehmet H. Doğan’ın “Yön”, “Sosyal Adalet”, “Papirüs, Şiir Sanatı”, “Yeni Edebiyat”, “Dost”, “Yeni Dergi”, “Milliyet Sanat” ve “Politika”   gibi dergilerde sanat-edebiyat, eleştiri yazıları çıkmış. “Orhan Veli’de Fikir Örgüsü”yazısıyla “Yeni Dergi Eleştiri Ödülü”nü (1967),  ilk kitabı “Tekrarın Tekrarıyla” TDK Eleştiri Ödülü’nü alan Mehmet H. Doğan’ın “100 Soruda Estetik”(1975), “Birikime Dayanmak” (1979), “Şiirin Yalnızlığı”(1986), “Çağının Tanığı”(1993), “Şiir ve Eleştiri”(1998), “Şimdi Uzaklardasın”(1998), “İkinci Yeni Antolojisi” Turgay Gönenç/ Papirus dergisi ile- (969), “Nesin Vakfı Şiir Yıllıkları”(1974-1984-82 yılı hariç-), “Adam Sanat Şiir Yıllıkları”(1992-2000-2002-2004)

“G.Lukacs Avrupa Gerçekliği”-çeviri-(1997), “Yapı Kredi Yayınları Şiir Yıllıkları”-“Kitaplık” dergisi için-(2002-2004), “Şiir Bugün”(2001), ), “Yüzyılın Türk Şiiri Antolojisi-1900-2000” (2001),  ”Alçak Uçuş”(2003), “Yılların Köpüğü”(2004), “Yazının Bir Çağı”(2006), “Türk Şiirinden Son Okumalar”(2008) *(Türk Edebiyatı isimler Sözlüğü) – Wikipedi)

*BİR ANI KİTABI…

“Şair Edip Cansever”(s.14-28), “Bilene Bilene Tükenen Bıçak”-Turgut Uyar-(s.29-36), “Sürgün Abdal”-Cemal Süreya-(s.37-47), “Eloğlu”-Metin eloğlu-(s.48-s.57), “Yaşaması Üvey, Şiiri Has Bir Şair”-Metin Altıok-(s.58-67), “Gizli Şair”-Ruhi Su-(s.68-s.75), “İstanbul’u Artık Hiç”(s.76-99), “Aziz Nesin” (s.100-112), “Bir Toplu Ödül Dağıtımı”-Yılmaz Güney-Sevgi Soysal-Çetin Altan- “Yeni Foça’dan hayalet Geçti”-Hayalet Oğuz-(s.117-119), “Cher Papy”-Attila Tokatlı, Fethi Naci-(s.120-128), “Onat Kutlar”(s.129-135), “Mektup Avlu-Konuşma Park”-Bilge Karasu- (s.136-142), “Halikarnas Balıkçısı” (s.143-160), “Suat Taşer’le İzmirde” (s.161-171), “Eliot Suphi” (s.176-181), “Adanalı Yıllar”-Mehmet H. Doğan- (s.181-199 ), ve “Son Söz Ya da Ölüm” (s.200-203) bölümlerden oluşan kitapta Mehmet H. Doğan’ın Edip Cansever, Turgut Uyar, Cemal Süreya, Metin Eloğlu, Metin Altıok, Ruhi Su, Sevinç Özgüner, Fethi Naci, Aziz Nesin, Hayalet Oğuz, Attila Tokatlı, Selahattin Hilav, Aydın Emeç, Onat Kutlar, Bilge Karasu, Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaç, Suat Taşer, Nahit Ulvi Akgün, Eliot Mehmet, Suphi Aytimur, Salim Şengil, Tarık Buğra, Suat Taşer, Süreyya Berfe, Günay Akarsu, Seyhan Erözçelik, Günay Akarsu, Nahit Ulvi Akgün,  Besim Akımsar ve Rauf Mutluay gibi birçok şair, yazar ve sanatçılar anılarda yer almakta.

“Her yazıda özgür bıraktım kendimi, hiçbir kısıtlamaya gitmedim, önceden hazırlanmış bir plana uymaya zorlamadım kendimi. Her yazı nasıl geldiyse öyle buldu kendini. Bu yüzden, yazılarda anıdan çok deneme biçimi ağır bastı, öyle oldu diyebilirim.” Notunu düşüp; diyen Mehmet H. Doğan; Mehmet Fuat’ın; “Anılara güvendiğimi söyleyemem. Bir olayı iki ayrı kişinin anılarında okuyun, anlatılanların birbirini tutmadığını görürsünüz. Kimi değiştirerek, gönlüne göre anlatır, süsler, tatlılaştırır, kimi işine geldiği gibi anlatır, kendine yontar, kimi yanlış yorumlar yapar.// Çok nesnel davranmak isteyenler bile birtakım şeyleri unutmuş olabilirler.” Ön söz”de (s.7-8) yönündeki sözüne katılan Mehmet H. Doğan; “Hiç kuşkusuz benim için de geçerli bunlar. Ama yine de insan kendi doğasından dışarıya çıkamıyor pek. Ben de geçmişi kötü yanlarıyla değil sevilesi, özlenesi yanlarıyla anmayı, anlatmayı yeğledim bu kitapta, ama ‘süslemek, tatlılaştırmak” mıdır bu, bilemiyorum. Kimi yerde de ‘gerçeği, yalnızca gerçeği’ söylemekten de alamadım kendimi; bu da doğamın bir parçası…”(s.8-9)   vurgulamasını

“Bu kitapta tanıdığım, sevdiğim, etkilendiğim, yokluklarını, izi yok olsa bile duyarlığı hep hissedilen bir yara gibi tenimde taşıdığım insanların, dostlarımın kendi gözümden çekilmiş fotoğraflarını vermeye çalışıyorum. Göz perdeme ilk düştükleri, yıllar yılı orada öylece yaşayıp gittikleri halleriyle, konuşma tonları, mimikleri, jestleri, kendilerini başkalarından ayıran, kendileri yapan özellikleriyle. Bilge Karasu’nun da böyle bir ya da birkaç fotoğrafı var, gözümü kapadığımda hemen belleğimdeki beyaz perdeye düşen. Belki yalnızca bunu anlatabilirim.” Demekte Bilge Karasu ile olan anılarında Mehmet H. Doğan. (s-136-Mektup Avlu, Konuşma Park)

”ŞİMDİ UZAKLARDASIN”

“Şair Edip Cansever” adlı bölümde, Cansever’in Sonrası Kalır’ı ile birlikte Turgut Uyar’ın Toplandılar’ı (1974), ilk çıkış yıllarında her yeni akım için kaçınılmaz olan gözü pek ataklar, sarsıcı yenilikler (sözcük ve sözdizimindeki bozmalar, anlamın yüzeyden derinlere kaçırılması… vb.) bahane edilerek İkinci Yeni’ye yıllarca amansız bir saldırı yöneltmiş olan kimi şairlere ve eleştirmenlere verilmiş en güzel yanıt olduğuna değinen Mehmet H. Doğan; Turgut Uyar’ın ölümünden sonra da, olumsuz bir eleştirellik kadar şairi onure eden olumlu bir hüküm ve duruş gibi çelişkili örtüşmenin taşındığı “Şairler Ayakta Ölür” vurgulamasına da yer vermekte. (s.35)

Eleştirel ağırlığı da olan Mehmet H. Doğan; Can Yücel’in, “Şiirimizin o en kızıl saçlı levendi…” adlı ithafıyla girilen “Bilene Bilene Tükenen Bıçak” adlı yazısında Turgut Uyar hakkında şu notu düşer: “Kayayı Delen İncir ve Dün Yok mu’daki şiirler, bir de son yazdıkları, hiçbir kitaba girmeyenler, aslında bütün yaşamı boyunca yazdığı o büyük şiirin doğal uçları. Hiçbir biçimde ustalaşmayan, ustalaşmak istemeyen bir şairin her an değişen, kıpır kıpır şiirleri. Biraz kendisiyle, biraz dünyayla, biraz yaşamla, ölümle, aşkla dalgasını geçen şiirler. Yalnızlığın, çoğu zaman üretken, ama usturuplu gelmediği zaman tüketen bir yalnızlığın insan yüreğine çöktürdüğü tortu. Her şeyi söylemek mümkün -Orhan Veli gibi, ama anlatılamaz bir boşunalık, önüne geçilmez bir dili bağlanmışlık duygusu. Bu anlatılamaz şeyi anlatsa anlatsa yine iyi bir şair anlatır insana:

evet önümüz bahardır biliyorum

leylâklar açacak biliyorum

kiraz da çıkacak yakında

iyi şeyler söylemek de gerek biliyorum

sevgilim güzelim bir tanem biliyorum da

şimdilik bağışla. (s.35-36)

“Sürgün Abdal” adlı yazıda, yedi maddelik “Papirüs” serüvenine değinilirken; bir başlık dipnotunun vardığı bir nokta olarak, Cemal Süreya’nın, Nâzım öldükten sonra yazdığı “Kalın Abdal” adlı şiiri aranıp, taranıp son bölümü yerini bulur…

biz ki Nâzım’dık dünyada

rumelli kalın abdal

uçan kuşa selam saldık

sevdik oluklar boşladık

cemi cümle bir sofrada

muhannetlik kalmayana

1989-İzmir; bir sinema salonu, 500 kişilik kalabalık önünde Can Yücel, Cemal Süreya, Mehmet H. Doğan günümüz şiiri üzerine güzel bir söyleşi de vardır orda…. Can Yücel: ”Ozon tabakasının değil Ozan tabakasının delindiğini”, Cemal’inse “Garip şiirinin Türk şiirine kasket giydirmiş olduğunu” söylediği gündür o. “Bir şey daha kalmış o günden aklımda. O toplantıda… Cemal “Mehmet Doğan”, diyordu, “bu yılı da ölmeden atlatırsak kolay kolay ölmeyiz.” “Neden” der gibi yüzüne baktığım, Metin’inin, Turgut’un, Edip’in hep 58 yaşında öldüklerini, 1990 yılında 59 yaşında olacağımızı -Cemal’le aynıydı doğum yıllarımız-, böylece bu tehlikeyi atlatmış olacağımızı söylüyordu. 60’ını çoktan geçmiş olan Can, bu naif umuda mı, yoksa kendi şiir kuşağından hayatta kalmış olan tek aşir olan Cemal’e sevgisinden mi, hınzır hınzır gülüyordu. … //Cemal o yılı zor atlattı. 1990’ın 9 Ocak’ın da nasıl olduğu bilinmeden ölüverdi…”

Metin Eloğlu, “…başkalarının şiiri üzerine -hepsi de adının içindeki harflerden oluşturulmuş olan Etem Olgunil, Nil Meteoğlu gibi takma adlarla eleştirel yazdı dergilerde.” (“Eloğlu”-s.48) Rauf Mutluay’ın ise  Samih Emre mahlasıyla Yön’de edebiyat yazıları sürer. (s.90)

“Ruhi Su”, 1960 sonrasında Köroğlu, Dadaloğlu, türküleriyle tanınır… Mehmet H. Doğan, Hasan Dağı ve Bu Nasıl İstanbul türkülerinin sözlerini kendisi yazdığı için Ruhi Su’yu “Gizli Şair” ilan eder!.. “…Beni birden saran bir şey vardı bu seste, türkü söyleyen başka seslerde o güne kadar bulamadığım bir şey. Söylediği türkü ne kadar eski olursa olsun o gün yazılmış, o gün yapılmış duygusunu veriyordu insana. Yorumluyordu -öyle söylüyorlardı- ama yorum yaparken yeni bir şey koyuyordu o türküye, hatta sözlere. Ya da türküde ve sözlerde olup da üstü küllenmiş şeyi ortaya çıkarıyordu. Sonunda sanki yalnızca onun olan, yalnızca ona özgü olan bir türkü çıkıyordu ortaya. Şiir gibi, resim gibi, çalgı müziği gibi bir şey… Bundan sonra ancak taklit edilecek, taklit olduğu için de hemen sırıtacak bir söyleyiş. Daha sonra büyük ses Paul Robeson’u dinlerken aynı şeyleri duyacak, düşünecektim. Ne söylerlerse söylesinler, ister bir türkü, ister bir lied, ister bir ilâhi, kendilerinin yapıyorlardı söyledikleri şeyi. İkisi de büyük sesti, büyük sanatçılar. (s.69-70)

“Eloğlu”’nun anlattığı Metin Eloğlu… Nurullah Ataç’ın beğendiği, övgüyle söz ettiği bir şair. Metin Eloğlu, adının içindeki harflerden oluşturduğu Etem Olgunil ve Nil Meteoğlu;  ileriki sayfalarda karşılaşacağım Rauf Mutluay da Samih Emre mahlasını kullanmışlar. (s.48-49-90)

Yılmaz Güney, Çetin Altan, Sevgi Soysal, Orhan Kemal Roman Ödülü’nün sahipleri… Güney, “Boynu Bükük Öldüler” (1972); Altan, “Büyük Gözaltı” (1973); Sevgi Soysal, “Yenişehir’de Bir Öğle Vakti” (1974) ile Orhan Kemal Roman Ödülü’nü kazanmışlar. “…Ödül seçici kurulda nerdeyse kendiliğinden oluşan bir düşünce birliği ile ödül üç yıldır 12 Mart askeri cuntasına bir tepki olarak, cuntanın hapse attığı romancılara veriliyor…” diyor Doğan… “Ödül alan yazarlar hapiste olduğu için 1974’te ödülü alan üç romancının da dışarıda olması dolayısıyla toplu bir ödül töreni düzenlenmiş. (s.113-114-115)

Kitapta ayrıca, “Hayalet” romanını yazarı Hayalet Oğuz ve “Denize İnen Sokak” adlı tek bir filmlik yönetmen olan Attila Tokatlı gibi sanatla bağını güçlü tutan ilginç kişilikler de yer almakta… Tokatlı aynı zamanda üretken bir çevirmen… Tokatlı, 25-30 bin sayfayı bulan 100’ü aşkın kitabı Fransızcadan Türkçeye çevirmiş. Çevirdiği bu kitaplar arasında 1971 TDK ödülünü alan “Beyaz At” da yer almakta. “…Cemal’in dediği gibi ’30 bin sayfalık çalışmaya karşı tüvit bir ceketten, siyah bir boyun atkısından başka malı olmadı./ Bu ‘tüvit ceket ve siyah boyun atkısı’nın izlerini Beyaz At’ta, Elsa Triolet’nin Beyaz At adlı romanının kahramanı barlarda piyano çalarak geçinen Michel Vigaud’da bulabiliriz sanıyorum…” (s.126)

Mehmet H. Doğan’dan başka zaman içindeki yolculukla başka sözlerle, Doğan aracılığıyla, tümcelerle bütünleşerek yapıt yoluyla ufkunu zorlayan değiniler de kitaptaki yerini buluyor… Bunlardan biri de Aragon’un Garaudy’nin “Kıyısız Bir Gerçeklik Üzerine” adlı kitabına yazdığı önsözden yola çıkarak “sanat yapıtlarının yorumlarının, yaratıldıkları yer ve zaman koşullarıyla sınırlı kalamayacağını, ilerleyen zamanla birlikte gerçeğin, yaşam gerçeğinin sanat yapıtına yeni ve daha güçlü bir yorum kazandıracağı, sanat yapıtının ufkunu genişleteceğini söylüyor.”  (s.138)

“…Bir dergide yayımlanan bir yazısından dolayı çıkarıldığı İstiklâl Mahkemesi’nde, konuşsa, cezasının azalacağını bildiği halde, Zekeriya Sertel’in yaptığı yanlışlığı anlatıp da onu kötü duruma düşürmemek için susar, verilecek belki de ölüm cezasını sineye çeker. Yine, bir sürgün olarak gönderildiği Bodrum’u bir Mavi Sürgün’e döndürür. Bodrum’da kaldığı ilk gece, kiraladığı evin avlusundaki kuyudan çektiği kova kova suyla yıkarken -“yanmış zavallı hayvancağızlar!’ birden yeni bir insanın doğmakta olduğunu hisseder içinde:” Yazar-Ressam Cevat Şakir Kabaağaç, Halikarnas Balıkçısı, Mehmet H. Doğan’ın gözüyle “Deniz Şairi”, Bodrum’u Bodrum yapan bir alçakgönüllü insan.

İzmir’in simgesi iki şair… Suat Taşer aktör, yönetmen, yönetici, öğretmen, şair; yergici bir şair ile “Küçük kentlerin, kasabaların adı anılmadan tanınan şairi” (s.172) Nahit Ulvi Akgün… Mehmet H. Doğan’ın, “…Türk şiiri içinde minör bir şair…” (s.174) dediği Akgün’ün “Adam Sanat”ta yayınlanan son şiiri:

Kaşın gözün bir yana edan bir yana

Bir ellerin var ki kalem kamıştan.

Tırnakların öyle pembe gümüşten

Neler neler söylemez ki anlayana

Ay doğar sevinçten alkış tutar sana (s.175)

Tabii o değindiğimiz İzmir’in simgelerinden biri de Eliot Suphi (Suphi Aytimur) olsa gerek diye düşünüyorum. Bundan sonra bağlanacak konunun da hemen yakınlarına düşüyor… “Anlattıklarından, yıllarca önce güneyde bir yerlerde -Adana olabilir- bir Amerikan şirketinde tercüman olarak çalıştığı…” (s.179) notu da düşülmüş.

*ADANALI YILLAR

“…1949’dan sonra kaç kez gidersem gideyim, ilk on sekiz yılımı geçirdiğim, çocukluk ve gençlik yıllarımın Adana’sını bulamadım. Bu yüzden Adana şimdi elli yıl uzakta kalmış bir anı-kent benim için. Şimdi de seviyorum Adana’yı ama elli yıl önceki anılarımla. (s.7-8) derken, anılarda kaldı demiyor Doğan; unutamadığı o günlerde ırmak kenarından Tepebağ yokuşuna, Gazipaşa ilkokulu, 1. Ortaokul, Bebekli Kilisi, Küçüksaat, Taşköprü, Kalekapısı, Abidin Paşa Caddesi, Köprübaşı, Kız Lisesi, Ulus Parkı, Hükümet Konağı, Saat Kulesi, Yağ Cami, Taş Mağaza, Taşçıkan Sokağı, Orozdibak (eskiden insanlar bu meydanda asılırdı) Kuruköprü, Asfalt Cadde, Dörtyol Ağzı, Adana Garı, Yeni istasyon, Halkevi, Kız Enstitüsü, Şehir Oteli, Atatürk Parkı, Vali Konağı gibi “O yılların 100 bin nüfuslu Adana’sında dolaşıp durur. 80-90 yıllık geçen zaman bu özlem voltasına nokta koyduramaz.

Doğu yakasındaki “Taşköprü.., Ötegeçe…, Yüreğir, Misis ovalarına, Demirköprü ayağında Gavurköyü…”; Batı yakasında, Çarçaput, Döşeme Mahallesi, Eskiistasyon, sonra o güzel bağlara giden toprak yollar… Güney’de, Seyhan nehrinin kenarında, dönme dolaplarla sulanan portakal bahçeleri uzanırdı. Papazın Bahçesi bunlardan biriydi. Bir de kuzeye, Demirköprü’ye doğru uzanan, nehir kıyısındaki setin kenarında vardı bu bahçelerden. Nehrin kıyısına kurulmuş, Mavra denilen bu eski su dolapları gıcırtılarla, iniltilerle su çekerdi nehirden bu bahçelere. Sabahları, tek odalı evimizde sabah namazından sonra annemin okuduğu Yunus’tan ilahileri yarı uyku yarı uyanıklık içinde gözü kapalı dinlerken hep bu su dolaplarının iniltisi canlanırdı kafamda:

Dolap niçün inlersin

Derdim vardır inlerim

Ben Mevlâya âşık oldum

Anın için inlerim

“Demirköprü’den sonrası ise bomboştu dağlara kadar. Kurttepe diye bir yerin adını duyardık. ‘40’ların sonunda Seyhan Barajı kurulmaya başladı oralarda…” (s.183)

Mehmet H. Doğan, “adam gibi ırmak…” dediği Seyhan nehrinden; Taşköprü’nün korkuluklarından “ Bu da polis emminin şerefine, dello!” (s.184) diye atlayan gençlerden, çocuklardan; “haftalarca, aylarca yağan yağmurlardan sonra yüreklere oturan sel korkusundan; “buğday pazarı, hayvan pazarı, sebze pazarları, bir de ırgat pazarı”ndan söz ediyor… “…Şimdi tam olarak çıkaramıyorum ama Taşköprü’nün batı ayağında, Kalekapısı’nda ırgat pazarı kurulurdu, bu pazarlardan kiralanan emek gücü, akşam oldu mu kamyon kamyon tarlalara taşınırdı. Akşam oldu mu boşalırdı Kalekapısı. Hafta sonuna kadar. Orhan Kemal, o eşsiz romanında: Bereketli Topraklar Üzerinde’de de ne güzel anlatır Kalekapısı’nı!” (s.183-184)

“Koca kentte her şey 1-2-3 sayılacak kadar azdı…” diyen Mehmet H. Doğan; iki ortaokul, üç lise, iki enstitü ve 10-15 ilkokul olduğunu belirtirken; “…Buna karşın kentin kültür yaşamı bunlarla ölçülemeyecek kadar zengin…” olduğunun altını çizip; üç kitapçı dükkânı ile “…gününe göre bir hayli zengin…” olan Ramazanoğlu Kütüphanesi ile Halkevi Kitaplığı’ndan söz edip, konuşmasını sürdürür:  “…Üç günlük gazete yayımlanırdı her gün: en eski yerel basın organı olan, Yüreğir’lerin Yeni Adana’sı; sürgün yıllarında Abidin Dino’nun da çalışmış olduğu Ferit Celal Güven’in Türk Sözü; Cavit Oral’ın Bugün gazeteleri; Kılıbık diye bir mizah gazetesi. Sonra edebiyat dergileri; Süleyman Şahin Tar’ın Çığ dergisi; Halkevi’nin çıkardığı Çukurova dergisi; Şahinkaya Dil’in babası Sabri Dil’in Ürün dergisi; Lütfi Oğuzcan’ın amcaoğlu Ümit Yaşar Oğuzcan tarafından yönetilen Türke Doğru dergisi, Mersin’de Ahmet Nadir Caner’lerin çıkardığı Kalem, Atıf Özbilen’in, sınıf arkadaşım Şemsettin Sayü’nün çıkardığı Güney dergileri. İlk şiirlerimi, öykülerimi bu dergilerde, gazetelerde yayımladım.

İlk öyküm Yeni Adana gazetesinde yayımlandığında (1945 ya da 1946) gazete idarehanesine gidip ‘isbat-ı vücut’ edemeyecek kadar küçük yaştaydım, ortaokul üçüncü sınıfta. Gazete binasının dışındaki camlı çerçeveye asılmış gazetede adımı ve öykümü görünce, ne yapacağımı bilemediğimi anımsıyorum yalnız. Edebiyata bulaşmam ilk böyle oldu.” (s.187) diyen Mehmet H. Doğan, “Yön” dergisinde Mehmet Halil imzasıyla yazdığını da ekleyerek; Arif Dino, Abidin Dino, Orhan Kemal ve Ümit Yaşar ile olan anı ve izlenimlerini sayfalar boyu anlatıyor.

*(Şimdi uzaklardasın/ Mehmet H. Doğan/ Anı/ Adam Yayınları/ 208 sayfa/ Ekim 1998/ 4150000.-TL)

 

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor