ESKİDEN HER SEMTTE USTA TERZİLER VARDI

Son yıllarda bir-iki terzi levhası görebildim. Onlar da daha çok onarım yapıyor. Öyle ki, şimdi elime çok güzel bir kumaş geçse, takım diktirmek için Adana’da yetkin terzi bulabileceğimi sanmıyorum.

Adana’nın ünlü terzilerinden Terzi Kaya’dan sıra alabilmek zordu. 1968 yılının Nisan ayında düğün için aldığım kumaşı götürdüm. Mayısın 20 sinden sonra, üstelik araya tanıdıklar koyarak alabildim.

TERZİ NACİ

Babamın tanıdığıydı ve o da Adana eşrafının terzisiydi. Kendimi bildiğim zamanlarda kısa ve uzun pantolonlarımı, takımlarımı hep Terzi Naci dikerdi. Yağ Camiin tam karşısındaki sokağın başında Kumaşçı Simon’un dükkânı vardı. Tamamen ithal, her zevke uygun fakat fiyatları uzayda kumaşlar satardı. Kumaşı buradan alırdık. Sokağın öbür başına ulaşıp karşıya geçince de Terzi Naci’nin dükkânına giderdik. Babam bebekken dedem şehit düşmüş. Harp-darp zamanına denk gelmiş çocukluğu. Ciddi zorluklar içinde büyüdüğü için de çocuklarına en iyisini sağlamak isterdi. O nedenle de halalarım babam için “Haşim kudurmuş mu n’oolmuş! Bacak kadar çocuğa bu kadar masraf yapılır mı?” diye dedikodu yapardı.

Terzi Naci her zaman tiril tiril giyimi, kırmızıya yakın yuvarlak çerçeveli gözlüğü ve her halde yıllardır tarak görmemiş pırıl pırıl kafasıyla dikkatimi çekerdi. Babamdan en az 15-20 yaş daha büyük olmalıydı. O yıllarda 60’ının üstünde olduğunu sanıyordum. Yani, o vakitlerin değer yargılarına göre, “Bir ayağı çukurda” sayılabilirdi.

Naci Usta değerli kumaşı görünce, yeni doğmuş torunu okşayan dede gibi şefkatle, nazikçe ve yüzünde tebessümle okşayıp açar, katlar, tekrar açardı. Kumaşım yüksek onay alınca da ölçü alıp “Falan gün provaya gel” derdi. Prova günü teğellenmiş parçaları sırtıma geçirip oradan buradan toplu iğneyle vücut hatlarıma uygun hale getirirken yassıltılmış sabunla dikiş yerlerini çizip ikinci provaya çağırırdı. O da yetmez; vatkaydı, yakaydı, ne bileyim, şuydu-buydu diyerek üçüncü provadan sonra tamamlardı işi.

Tezgâhını bir yanında kömürle ısıtılan kocaman ütü ve en az kırk santim boyunda kallâvi makası dururdu. O makası kullanırken kumaştan “hart-hart-hart…” gibi sesler çıkardı. Makinesi ayakla çalışırdı. Henüz motorlu makine Adana’ya gelmemişti bence. Asla konuşmayıp her konuşmayı dikkatle dinleyen yaşlı kalfasını da her defasında ya teğel yaparken ya da düğme-ilik hazırlarken görürdüm.

İKİ ONDAN YELEKLİ TAKIM DİKEN TERZİ

1960’lı yılları ortalarıydı. Adını anımsayamadığım bir terzi, iki metre on santim kumaştan ceket-pantolon-yelek dikmesiyle ünlendi. Pek çok tanıdığım gerçekten de “iki on kumaşla” yelekli takım diktirebildi. Ben, güveylik, yani damatlık öncesindeki son elbisemi yine Terzi Naci’ye yaptırmıştım. Daha sonradan da konfeksiyon gelişti. İGS’nin bir kalıbı bana çok uygundu. Hazıra başladım. Sadece 1998’de belediyeden bir yetkili arkadaşımın önerisiyle kumaşı kendinden elbise diken terziye gittim; onun ısrarıyla seçtiğim kumaş da, dikiş niteliği de evce beğenilmediği için bir süre sonra hayrımıza evden gönderildi. “Giyene hayırlı olsun” deyip geçtik.

“Aralık terzisi” dedikleri kadınlara ve çocuklara elbise diken kadınları da ayrıca yazacağım.

Tanıdığım bir terzi var. Birkaç kez kemer daraltma, kol boyu düzeltme, delinen cebi değiştirme gibi işlerimi yaptırdım. Hiçbir zaman onarım dışı iş yaptığını görmedim.

Biliyor musunuz, eskiden birine yer tarif ederken, “Filan terzi’nin iki dükkân ilerisinde…” gibi referans noktası olurdu terzi esnafı.

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor