ADANA’DA YAZ MESAİSİ GÜNLERİNİ ANIMSADIM
İstisnasız her yıl, ama her yıl birkaç kez “Bu yaşıma geldim böyle sıcak görmedim” diyenlerin sayısı hayli fazla. Bana sorarsanız, biz şimdikinden çok daha sıcak günleri yaşadık. Poyrazın yüzümüzü alev alev yaladığı günleri unutmuş değiliz.
GEÇMİŞE BAKALIM
1929’dan bu yana tutulmuş hava durumu kayıtlarına baktık. 94 Yıllık ortalamaları not ettik. Yani, ay içindeki en sıcak ve saatlerin paçal edilmesiyle bulunan değerleri inceledik. Gördük ki, Haziran’ın sıcağı ile soğuğunun ortalaması 31,7 derece. Bu değer Temmuz için 33,9, Ağustos için 34,7 derece. Adana’nın Eylülü bile sıcak; ortalama 33,1 derece.
Aynı aylardaki en yüksek sıcaklıkların tarihini de bulduk: 6 Haziran1931’de 42,8 dereceyi ölçmüşler. Havadaki nemle beraber hissedilen herhalde 50’nin çok üstündeydi. 2 Temmuz 1917’de yaşayanlar nem hariç 44,4’ü tatmışlar. Dün gibi, 2023’ün 13 Ağustos’unda 45,7’yı görmedik mi!.. Hem de nemle birlikte 55-56 gibi hissetmedik mi?.. Yine yakın geçmişte, 2020’de, 3 Eylül gününü 45,1’le kutladık. Özetleyelim; demek ki, “Ömrümde böyle sıcak görmedim” diyenler, şimdiye dek yaşadıklarımız kapsamında, yanılgı içindeler. Bundan sonra ne olur, bilemeyiz elbette…
ESKİDEN ADANA’DA YAZ MESAİSİ VARDI
Devlet kararıyla, her yaz Adana ve sanırım Çukurova’nın diğer illerinde yaz mesaisine girilirdi. Resmi daireler, Fabrika İdari birimleri, bankalar ve benzeri kurumlar sabah mesaiye yedi buçukta başlar, öğleden sonra “Bir!..” dedi mi işi bırakırlardı. Böylece, yakında köyü olan köyüne, bağı olan bağına, dağı olan dağına gidebilir, serin serin geceleyebilirdi. Yazlığa gitmeyen veya gidemeyenler de akşamüstü serinliğinde beş-on kuruşluk buzla soğutulmuş suyuna, cacığına dayanır, yemekten sonra da sinemaya filan giderdi. O yıllarda her semtte bir değil, üç değil, birkaç yazlık sinema olduğunu daha önceleri de defalarca yazmıştım.
AKP ÖNCESİYDİ
Adalet ve Kalkınma Partisi ana rahmine düşmeden 70 yıl öncesini anımsıyorum; yaygın olmamakla birlikte buzdolabı vardı Adana’da. 1960’lı yıllarda buzdolapsız aile kalmamış gibiydi. Sıcaktan fenalaşanlar, sıhhi imdat aracıyla hastaneye kaldırılırdı. O yıllarda Frenk dilinden gelme ambülans sözcüğü bilinmezdi. Büyüklerimiz imdad-ı sıhhiye, öğretmenlerimiz sıhhi imdat derdi. Bizler önce cankurtaran demeye başladık. Hanidir ambülans diyoruz. Bakın şimdi, bunları ne diye yazdım, netreye bağlayacaktım, unuttum. Ne ise, yazmış olduk artık, öyle kalsın.
KENAN PAŞA GELDİ
Aylarca sıkıyönetim idaresi altındaydık. Yani devletin asayişi tamamen Askeri Yönetimin elindeydi. Sıkıyönetim komutanları özgürlükte dilediği sınırlamaları yapabiliyor, yasal haklara da dilediği sınırlamaları getirebiliyordu. Buna rağmen her gün karşı görüşlülerin çatışmaları sonunda oluk oluk kan akıyor, suçlular çoğu kez yakalanamıyordu. Kenan Paşa ve arkadaşları 12 Eylül 1980 günü hükümeti devirip idareyi ele aldı. Aynı sabahın köründe, nasıl olduğu bir sırdır (!), on binlerce suçlu yakalanıp stadyumlara tıkıldı. Kan akışı durdu. Kenan Paşa ve dört kuvvet komutanı tarafından kurulan konseyin dediği dedikti.
Konsey mi desem, Kenan Paşa mı desem, bilemiyorum; yaz mesaisini kaldırdı. Bunu önemsemiyorum da, yerel kurtuluş günleri kutlamalarına son verilmesi hala içimde yaradır. Kurtuluşun anlam ve önemini gençlerimize, çocuklarımıza anlatmanın çok etkin bir yolu bu kararla maalesef tıkanmış oldu. Yaz mesaisinden girip Kurtuluş’tan çıktık. Tanrım hepimize yüzde 38’lik elektrik zammından kurtuluş için yol göstersin.