MEKTEBE YAZILIŞIM

1953 yılının Eylül başıydı. Babam elinde kocaman sarı bir zarfla eve gelip anneme “Hazırla çocuğu, fotoğrafını çektirelim. Mektebe yazdırma zamanı geldi” dedi.

Yarım saat kadar sonra, İnönü Caddesindeki Foto Spor stüdyosundaydık. Fotoğrafçı İbrahim Hançerli babamın medreseden sınıf arkadaşıymış. Anılarını canlandırarak sohbete giriştiler. İbrahim Amca bir yandan da sandık gibi kameranın arkasında uzanan siyah bezden torbaya başını sokup bana sesleniyordu: “Başını dik tut… Şimdi biraz sağa… Vücudunu değil, başını hafifçe, şöyle…”

Ertesi gün vesikalık fotoğrafları alıp muhtara uğramış babam. İkamet Tezkeresi başlıklı basılı belgeye fotoğraf yapıştırılıp künyem, baba adım, adresim yazıldıktan sonra mühür-imza belge tamamlanmış. Babam bu kez beni de yanına alıp belediye binasına götürdü. O yıllarda koca belediye tek binaya sığdığı gibi, üst katını evlendirme dairesi, alt katını da, şimdiki saymanlık bölümüydü yanılmıyorsam, düğün ve toplantı salonu olarak ayrılmıştı.

Güneybatı köşesinde, tek basamakla çıkılan küçük odaya girdik. Beyaz giysili amca doktormuş. Yanındaki abla ucu tutamaklı iğneyle sağ kolumu çiziktirdi. Çizilen yerlerde hafif kanlanma oldu. Abla, “Korkma, acımaz. Zaten erkek edam korkmaz, değil mi?” dedi. Aslında korkmuştum ve ancak başın-mı sallayarak katıldığımı ifade edebildim. Bu arada Doktor amca da fotoğraflı Sağlık İlmühaberini mühürleyip imzalamıştı.

TRAHOM KONTROLÜ

Bugünkü Küçük Sürmeli Otelinin (Eski Divan Oteli) karşısındaki sokağa geldik. Buradaki tek katlı, birkaç odalı, karo zeminli binaya geldik. Ailece tanıdığımız ve iğne vurması için çağırdığımız Suphi Amca (Adamak) karşıladı. Saniyeler içinde göz kapaklarımı yukarıya büküp kapattı. Ardından, kırmızı “Trahom Yoktur” kaşeli belgeyi hazırlayıp verdi.

Trahomu bizden iki üç kuşak sonrakiler bilmeyebilir. Belâ mı belâ bir göz hastalığıydı. Zamanında tedavi edilmezse körlük kaçınılmazdı. Sıhhat ve İçtimai Muavenat Vekâleti (Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığının o yıllardaki adı) bu felâketi önlemek için ülkenin her yanına özel dispanserler kurmuş, yüzbinlerce afiş bastırmıştı. İlk okuldayken, yanılmıyorsam her ders yılı iki kez trahom kontrolü yapılır ve mutlaka iki-üç arkadaşımız özel trahomlular okuluna götürülerek tedavi sonrasında sınıfına geri getirilirdi.

NECÂTİ BEY İLK OLKULU

Şimdiki Millimensucat Okulunun kocaman bahçesi vardı. Sonradan o kocaman bahçeyi Nasrettin Hoca’nın leyleğine çevirdiler. Kırpıla kırpıla bir evin avlusuna dönmüş ne yazık ki.

Ana girişinin bir yanında Necâtibey İlk Okulu, öbür yanında da Millimensucat İlk Okulu yazılıydı. Biri sabahçı, diğeri öğlenciydi. Her karne sonrası sabahçılar öğlenci, öğlenciler sabahçı olurdu.

Babam, Necâtibey Başöğretmeni Necmi Ergündüz’ü iyi tanıdığı için burayı seçti. Dosya diye adlandırılan kocaman zarfı teslim etti. Burada da fotoğrafım bir yerlere yapıştırıldı. Bir şeyler yazıldı. Artık ben de mektepliydim. Üç yıl sonra Necâtibey, Rahmetli Havaalanımızın yakınlarındaki yeni binaya taşındı. Eve uzak olduğu için bu kez Millemensucat’a devrolundum. İlkokul öğretmenlerim, sırasıyla, Şazimet Toker, Zahide Kocabaş, Şazimet Toker, Nermin Sezer ve Mustafa Kardeşoğlu’nu rahmet, minnet ve saygıyla anıyorum.

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Spor