BALIĞI SATIN ALAMAYINCA YERDEN SOLUCAN TOPLADI
Alt ve üst kirpikleri birbirine yapışıktı. Daha ilk bakışta görme özürlü olduğu anlaşılıyordu. Her sabah, koluna giren oğlu tarafından İstiklâl Ortaokulu karşısındaki çam koruluğunu çevreleyen tel örgünün önüne, koruluktaki dalları yaygın, koyu gölgeli tek ağacının altına oturturdu.
Önündeki bakı tasla semtin sembolü gibiydi. Aboneleri vardı; işe giderken o tasa bir-iki bozukluk atmayı uğur sayan memur ve öğrencilerin sayısı hiç de az değildi. Hep suskundu. Diğer dilenciler gibi “Allah rızası için bir sadaka…” gibi istemine asla rastlamadım. Yağışlı günlerde gördüğümü anımsamıyorum.
BABAMA GÜVENİRDİ
Akşama doğru yine oğlu gelir, koluna girerek bu kez babamın yanına getirirdi. Babam, diyebilirim ki, buz dolaplı, büyük vantilâtörlü ilk çağdaş marketi kurmuştu. Görme özürlü amca, selam-kelâm sonrası ceplerindeki bozuk paraları tezgâha döker, sayılmasını beklerdi. Sonunda da kâğıt paraları alır, ihtiyacı varsa alışverişini de yaparak yaklaşık üç yüz metre kadar ilerideki evine giderdi.
CANI BALIK ÇEKMİŞ
Bir öğle vakti oğlunu babasının yanında gördüm. Bildiğim, sabah bıraktıktan sonra kaybolur, akşama doğru da geri götürmek için dönerdi. Daha önce gün içinde görmemiştim. Tel çitin iç tarafında eğilip bir şeyler topladığını fark ettim. Yaklaştım. Elindeki çubukla toprağı eşeleyip yakaladığı solucanları kâğıt torbaya koyuyordu. Bir süre izledim. Solucanları korkmadan tutmasını cesaret sahibi oluşuna yorumladım. Onun yaptığını yapabilir miydim? Ne mümkün, korkudan çok iğreneceğimden emindim.
Bir süre izledikten sonra sordum:
- Solucanları neden topluyorsun?
İşine ara vermeksizin cevapladı:
- Balık, balık!..
İçimde bir şeylerin eridiğini hissettim. Babası dilenci olduğuna göre demek ki balığa verecek paraları yoktu. Yerine, topladığı solucanları kızartıp yiyeceklerdi. Neredeyse ağlayacak kadar duygulandım. İnsan, canı çektiğinde yiyemediği balık yerine yerden solucan toplayacak kadar fakir olabilir miydi?
EVET, BALIKMIŞ
O acıma duygusu yıllarca etkiledi beni. Dilencilere artık sempatiyle bakıyor, çok veren maldan, az veren candan hesabıyla davranıyordum. Aradan yıllar geçti. Lisedeydim. Bir gün arkadaşımla nehir kenarında dolaşmaya çıktık. Birkaç kişi nehre oltasını salmış bekliyordu. Balık tutanların sabrına hayranlığımızı konuşurken bizim de yarım saattir onları izlediğimizi hatırlayıp güldük. Tam o sırada çırpınan bir balık dünyasını değiştirdi. Balıkçı, usta hareketle zavallıyı oltadan kurtarıp yanındaki su dolu leğene bıraktı. Leğende başka balıklar da vardı ve hepsi de canlıydı.
Şanslı balıkçı, çantasından bir tahta kutu çıkardı. İçinden aldığı solucanı kancaya özenle yerleştirdi. Solucan kıpır kıpır hareketliydi. O an aklıma görme özürlü dilencinin oğlu geldi. Demek ki o da balık tutmak için yem toplamaktaydı. Yani solucan değil, balık yiyebiliyorlardı.
Kendi saflığımla alay ettimse de içimin rahatladığını hissettim.
———————————–
NE OLDU BİZE?
Bize ne oldu?.. Cahit Sıtkı Tarancı’nın tarif ettiği ömrü sekiz yıl geçtim. Bizde ve diğer ülkelerde ihtilâller oldu. Depremlerle sarsıldık. Sellerle karşılaştık. Ama hiçbir dönemde şu son on-onbeş yıldaki gibi toplumsal çöküşe tanık olmadık. Birbirini vuran efsane kabadayıların her biri çevresinde itimat eden, yardım sever, sözü söz insanlar olarak bilinirdi. Arada sırada gazetelere düşen adi polisiye vakalarını hayretle okurduk. Çocuklar kaybolmazdı. Yılda bir veya iki kadın cinayeti olduğunda onlarca aşık destan bastırıp satmaya çalışırdı. Tarikat-cemaat bilmezdik. İthal tohumu hayal bile etmezdik. Menderes, ithalatı yasaklamıştı bile. Demirel, kendi kendine yeten yedi ülkeden biri olmamızla öğünürdü. Başörtüsü, eşarp-yağlık tamam, fakat türbanla hiç karşılaşmazdık.
Suçsuz, günahsız Sevgili Narin’imizin insafsızca, vahşice, canice ve büyük olasılıkla yakını yahut yakınları tarafından öldürülmesi ülkeme, devletime, milletime olan bakış açımı adamakıllı sarstı. Elbette, öğretmen olan kızımın kahvaltısız geldiği için bayılan, ayakkabısı olmayan öğrencilerle ilgili anlattıkları yanı sıra çocuğuna pantolon alamadığı için intihar eden babalar birikim yapmıştı. Tayin beklerken “Temizlik dahil ne iş olsa yaparım” diyerek iş arayan çaresiz öğretmenler aklımdan çıkmaz. Emeklilerin çilesini bilirim. Fakat bu Narin olayı, gerçekten tüm direnç ile güven temellerimi salladı; tıpkı, vatandaş çoğunluğunda yaptığı gibi.