CUMHURİYET ÖNCESİNDEKİ ADANA’YI PAŞA ANLATIYOR
Cumhuriyetle sahiplendiğimi kazanımların değerini daha iyi anlayabilmek için önceki durumu incelemekte yarar var. Çarpıcı bir belge olarak Veysi Paşa’nın notlarını sunuyorum. Paşa’nın 1866’da Adana’da mutasarrıf olduğuna ve kısa bir süre sonra, ayrıldığına ilişkin bilgi dışında kayıt bulamadım; 1867’de bir başka valinin geldiğini biliyorum, o kadar. Fakat çok daha önemli bir belge, bir mektup metni elime geçti. Bu, Veysi Paşa’nın, bağlı olduğu Halep Valisi Cevdet Paşa’ya yazdığı mektup. Hicri Takvimle, Silhi Zilhicce 1282, yani 3 Mayıs 1282’de yazılmış. Günümüz takvimiyle, 15 Mayıs 1866.
Mektup, Veysi Paşa’nın oğlu, Zeynel Abidin Reşit Bey’in Hicri 1327 yılında, yani 1909’da, Halep Vilayeti Matbaasında basılan “Takataka” adlı eserinde yayımlamış. Dili ağdalı bir Osmanlıca; çünkü o zamanlar resmi yazıların halkça anlaşılamayacak biçimde yazılması adettendi ve bu nedenle iyi Osmanlıca bilmeyenler kolay kolay yönetici olamazdı. Örnek olsun diye bir cümlecik alıyorum: “…ve mezbelelerin tathirile nehre ilka’ ettirilmek üzere tembihat-ı şedide icra ve mugayirinde bulunanlardan ceza-i nakdi ahzolunacağı ve…”
TARİFLE ADANA
“Temizlik ve çevre sağlığı konusu Adana’da akla gelmeyen kavramlar olup öteden beri halkın alışkanlıklarına bırakıldığından mahalleler arasında yer alan alanlar ve arsalar çöplük olarak kabul edilmiş. Bu nedenle, evlerden, işyerlerinden ve hanlardan çıkan evsel ve diğer her türlü atık sokağa bırakıldığından, at üstünde de, yaya olarak da ne sokaklarda, ne de çarşıda gezilemiyor. Şehir çevresinde kerpiç üretimi yapıldığı için çukurlar yer alıyor ve bunları dolduran bir çok göller ve durgun sular fena koku çıkaracak kadar kirlidir (zararlıdır).
Paşa bu kirli ve mikrop yuvası suları anlattıktan hemen sonra insan sağlığı açısından son derece çarpıcı bir gerçeğe daha parmak basıyor:
“…şehrin en onurlu bölgesi Vilayet Konağı ile Ulucami arası olup halk içme suyunu nehrin bu alana bakan kıyısından almaktadır. Fakat bu kıyı parçasının üst yanında dericiler ve alt yanında da (Kirişhaneler) yer almaktadır.”
Buradaki kirişhane, yani kiriş üretilen yer, inşaatta sütunları birbirine bağlayan beton prizma değil, barsaktan yapılan tellerdir. O vakitler keman, ud, bağlama dahil bir çok müzik aleti için gerekli teller barsaklardan yapılırdı. Pamuk atan hallaç aletindeki gergin sicim de, yine kirişten yapılırdı ki, sanırım halen de öyledir. Eh, barsağın hayvan için ne anlam taşıdığını, daha doğrusu içinde ne taşıdığını bilirsiniz. Buradan da, Veysi Paşa’nın dert yanarken ne denli haklı olduğu anlaşılır, değil mi? Devam edelim mektuba;
“Sokaklar bir yana, dükkânlarda bile süpürme gibi bir alışkanlık yok. Kasapların kesim yerleri de şehrin ortasında bulunuyor. Kentin yerleşik halkının yanı sıra, mevsim icabı çiftçilerin yanında çalışma amacıyla gelmiş on beş bin kadar işçi hanlarda ve sokak aralarında kalmaktadır. Hasta olanlar bile, kaldırımlara uzanmak zorunda kaldığından ve mevsim sıcaklarının bastırmasından dolayı sıtma ve humma gibi hastalıklar görülmektedir.”
ARKASI YARINA
MEKTUBUN ORİJİNALİ
Nezafet ve taharet-i belediye maddesi her nasılsa Adana’da derhatır olmayıp öteden beri ahali tabiatına bırakılması cihetle mahallat aralarında bulunan meydan ve arsalar mezbele ittihaz olunup ve bu hane ve hanların çirkâp ve enva-ı fenalıkları sokaklara icra edilip atlu ve yaya, esvak ve pazarda gezinilmez dereceye getürüldüğünden ve etraf-ı şehirde kerpiç kesilerek çukurluk peyda olan mahallelerde birçok göller ve durgun sular kalarak taaffün eylediğinden başka, memleketin en şerefli yerinde, Hükûmet Konağı ile Cami-i Şerif’in arasında ve ahalinin Nehr-i Seyhun’dan içmek içün su aldıkları şeri’anın üst yanında debbağ ve alt yanında kirişhaneler bulunduğundan ve sokakların ve belki hane dükkanların süpürülmesi adet olmadığından ve kasap kanaraları ise memleketin ortasında bulunduğundan ve şu hal ile beraber ahali-i kadimesinden başka li-ecl-i felâha şu mevsimde tecemmü’ eden onbeş bin kadar bikâr adamlar hanlarda ve sokak aralarında beytutet edip içlerinden hasta olanları dahi kaldırım üzerinde yatmakta idüğünden ve sıcakların başlaması cihetle sıtma ve humma gibi hastalıklar dahi yüz gösterdiğinden, bunun bir çare-i serine teşebbüs lâzım gelerek vusul-i çakeranemin dördüncü günü iptida Hükûmet Konağından başlayarak bir yüz araba kadar süprüntü çıkarıldıktan sonra tathir-imemlekete mübâşeretle, dellâl vasıtasile, her kes mutasarrıf olduğu hane ve han ve dükkânı, dahil ve haricen silip ve süpürmekle müzahfarat içün hane derûnunda üstü kapalı birer kuyu kazdırmak ve mezbelelerin tathirile nehre ilka’ ettirilmek üzere tembihat-ı şedide icra ve mugayirinde bulunanlardan ceza-i nakdî ahzolunacağı ve icabına göre hapis dahi edileceği beyan ve ima olunup… (İKİNCİ YARISI YARINA)