Hijyen koşulları iyileştikçe astım ve alerji artıyor
ADANA (İHA) – Acıbadem Adana Hastanesi Göğüs Hastalıkları
Uzmanı Doktor Gamze Uçar, alerjene karşı reaksiyon verebilmek için bireyin
önceden o alerjenle karşılaşıp ona duyarlı hale gelmesi gerektiğini ve ülke,
kıta veya iklim geçişlerinde alerjenlerin yoğunluğu, çeşitliliği ve yapısının
değiştiğini söyledi.
Dr. Gamze Uçar, alerjiye yatkın bir bireyin savunma sistemi, bir alerjenle
karşılaştığında ona karşı IgE antikoru üreterek onu hafızasına aldığını
belirterek, “Böylece alerjenle tekrar karşılaştığında onu tanıyarak hızla
reaksiyon veriyor. Polen alerjisi olan bir kişinin daha önce polenle karşılaşıp
buna duyarlı hale gelmiş olması gibi. Polen gibi alerjenler vücuda girdikten
sonra daha önceki temas sonrası kendine karşı üretilmiş IgE’lere giderek onlara
bağlanıyor. Sonrasında da başta histamin olmak üzere alerjik iltihaba neden
olan bazı maddeler kanda salgılanıyor. Bunun ardından düz kaslarda kasılma,
damarlarda genişleme, damar geçirgenliğinde artış ve ödeme bağlı olarak
hapşırık, burun akıntısı, burun, boğaz, damak, kulak kaşıntısı, gözlerde
sulanma, kaşınma, cilt döküntüsü gibi yakınmalar ortaya çıkıyor. Bu alerjik
yakınmalar alerjik olunan maddeyle her karşılaşıldığında tekrar ediyor” dedi.
Daha iyi yaşam koşullarında daha çok astım ve alerji görülüyor
Astım ve alerjinin modernleşme ile ilgili olduğunu kaydeden Dr. Gamze Uçar,
1700’lerde Londra’da alerjik nezlenin çok ender bir hastalık olduğunu, sadece
üst sınıftan kişilerde görüldüğünü bu kişilerde alerjik nezle olmasının nedeni
olarak da halkın yaşadığı tozlu ortamlara alışık olmamaları gösterildiğini
ifade etti.
20. yüzyıl boyunca yapılan ve son yıllarda yoğunlaşan araştırmaların, hijyen
koşulları iyileştikçe alerji oranlarının daha da arttığını ortaya koyduğunu
belirten Uçar, “Yaşam koşullarının düşük olduğu yerlerde görülen alerji ve
astım oranları görece zengin ve daha iyi yaşam koşullarına sahip olan yerlere
göre daha düşük. Tıpta bu fenomen “hijyen hipotezi” olarak biliniyor. Ancak bu
durum her yerde aynı değil. Afrika ve Almanya mukayese edildiğinde aradaki
sıklık farkı “hijyen hipotezi” ile açıklanabilirken, Türkiye’de bu durumun
geçerli olmadığı ve kırsal kesimdeki astım rakamlarının daha yüksek olduğu
görülüyor” diye konuştu.
İklim değiştikçe alerjenin yapısı da değişiyor
İklim değişiklikleri ile birlikte, alerjen yoğunluğu, çeşitliliği ve yapısının
değiştiğinin altını çizen Uçar, “Çalışmalar, polen sayımlarının ısı ve CO2
seviyesi artışı ile paralel olarak artığını gösteriyor. Kirleticiler, çöl
tozları, ısı ve nem artışına bağlı olarak atmosferdeki bakteri ve mantar spor
yoğunluğu değişirken, çöl tozları havada bulunan mikroorganizmalar için önemli
bir kaynak oluşturuyor. Özellikle kum fırtınalarının olduğu dönemlerde,
havadaki bakteri yoğunluğu ve çeşitliliği artarak mikroorganizmalar kum
bulutları içinde uzak mesafelere kolaylıkla taşınabiliyor” dedi.
Ailenin genetik yapısı ve sağlık geçmişi de önemli
Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Gamze Uçar, alerjinin genetik olarak aileden
gelen ve kendinden sonraki kuşağa aktarılan bir durum olduğunu ifade ederek,
şunları kaydetti:
“İnsanların neredeyse yarıya yakını etrafta bulunan ve herkesin temas ettiği
ama farklı yanıt verdiği polen, küfler, tozlar, hayvanlar, gıda ve ilaçlar gibi
genellikle organik bazı etkenlere karşı reaksiyon veriyor. Evrimsel olarak
kazanılan bu durum bazen bir avantaj olsa da, bazen de hayati bir risk
olduğundan mutlaka araştırılması ve kayıt altına alınması gereken bir durum
olarak değerlendiriliyor.”