GÖZALTI GÜNLERİ

Günler günleri kovalıyor, neden gözaltına alındığımızı, Polis Okulundaki bu odaya niçin kilitlendiğimizi, neden kimlik tespiti bile yapılmadığını bir türlü öğrenemiyorduk. Benimle aynı gün gözaltına alınan arkadaşlara ne olmuştu, başka gözaltılar varmıydı?
Akademide durumlar nasıldı, hiç bir şeyden bilgimiz yoktu. Halil Keçeli beni pencerede gördüğü için artık nerede tutulduğum ailem ve mesai arkadaşlarım tarafından öğrenilmiş bulunuyordu. Arada bir Akademide görevli bazı arkadaşlar yaklaşık 100 metre uzaklıktaki bahçe kapısının arkasında elleri böğürmarinde bir süre durup çaresiz gözlerle bize bakıyor, sonra ayrılıp gidiyorlardı.
Gözaltına alınmamdan birkaç gün sonra Ali ağabeyimin Polis Okulunun önünden geçen E-5 karayolunda arabasını durdurup indiğini, 150- metre uzaktan çaresizlik ve üzüntü içinde bana baktığını gördüm. Pencereden kendisine el salladım, işaretlerle iyi olduğumu ve üzülmemesini boş yere anlatmaya çalıştım.
Daha önce belirttiğim gibi, kapının dışında iki sivil polis bekliyor, kapıyı tıklattığımda açıp ihtiyacımı öğreniyorlar ama kesinlikle benimle konuşmuyorlar ve bana hiç bir açıklamada bulunmuyorlardı. İkinci gün nöbetçi polislerin 8 saatte bir nöbet değiştirdiğini, böylece ikişerden toplam 6 nöbetçinin görev yaptığını fark ettim. Görevli 6 polis dışında yanımıza hiç kimse gelmiyor, onlar da bizimle tek bir kelime konuşmuyordu.
Gözaltında tutulduğum yer merdivenle çıkılan beşinci katta uzunca bir koridorun üzerinde, merdivenin yanı başındaki ilk odaydı. Odamın karşısında bir kaç tuvalet ile bir duş ve lavabolar yer alıyordu. Tuvalet ihtiyacım olduğunda kapıyı tıklatıyor, gelen polise tuvalete çıkmak istediğimi bildiriyordum. Nöbetçi polis beni tuvalete götürüyor, arkamdan tuvalet kapısını kilitleyip kapının önünde bekliyordu. İşim bittiğinde yine kapıyı tıklatıyordum ve nöbetçi polis tuvaletin kapısını açıp beni tekrar odama getiriyor ve ardından kapıyı dışardan kilitliyordu.
Günde üç öğün yemeği aynı polisler getiriyor, yemeğimi yedikten sonra boş tabakları alıp götürüyorlardı. Sonradan öğrendiğime göre, sadece benim odam avluya ve karayoluna bakıyormuş, diğer arkadaşların gözaltında tutulduğu odalardan sadece binanın arkasındaki tarlalar görünüyormuş. Dolayısıyla, Polis Okulunun önüne gelen dostlarımız sadece beni görebiliyormuş. Bu durum benim için gerçekten çok büyük bir ayrıcalıktı!
Odadaki günlerim oda arkadaşım olan Mehmet Akça ile havadan sudan konuşmalarla geçiyor, muhtemel gözaltına alınma nedenleri hiç konuşulmuyordu. Nöbetçi polislerin bizimle hiç konuşmaması nedeniyle odada dinleme cihazı bulunduğundan kuşkulanıyordum.
Gözaltına alınmamızdan bir hafta sonra nöbetçi polisler odaya girip Mehmet Akça’yı alarak götürdüler. Bir kaç saat sonra polislerle odaya geri dönen Mehmet Akça benimle hiç bir şey konuşmadan eşyalarını alıp odadan ayrıldı. Daha sonra, onun bir kaç gün Doç. Dr. Agah Adak’ın bulunduğu odaya konulduğunu, ardından salıverildiğini öğrendim. Mehmet Akça’nın beni konuşturarak bilgi alması için odama getirildiğinden daha ilk andan itibaren şüphelenmiştim ama artık şüphem kalmamıştı.
- Akça’nın götürülmesinden birkaç gün sonra, yanılmıyorsam gözaltı yaşamımın 14.cü günü, pencereden avluya bakarken bitişik odanın penceresinden dışarıya bakmakta olan Doç Dr Sabahattin Değirmenci’yi gördüm ve hemen kendisine seslendim. Ancak, kısa bir iki cümleden sonra Değirmenci pencereden ayrıldı. Bitişikteki odadan bazı sesler geliyordu ama ne konuşulduğu anlaşılmıyordu.
Su bardağının ağzını duvara, alt tarafını da kulağıma dayayarak yan odadaki konuşmaları dinlemeye çalıştıysam da başarılı olamadım. Değirmenci bir iki kez daha pencerede göründü ama bana hiç bir şey söylemeden hemen geri çekildi. Son kez göründüğünde, ısrarlı sorularım üzerine kısık sesle, bir görevlinin kendisine “hazırladığımız ifade tutanağını imzalarsan hemen salıverileceksin ve akşam yemeğini evinde ailenle birlikte yiyeceksin. Aksi takdirde cezaevinde çürüyeceksin ve buradan cesedin çıkacak . Sana bir saat düşünme fırsatı veriyoruz” diyerek odadan ayrıldığını ifade etti.
Şantaja ve tehdide boyun eğmemesini, sonradan pişman olacağı bir yanlış yapmamasını, içeriğini bilmediği ve doğru olmayan hiç bir tutanağı imzalamamasını ısrarla söyledim. Benim odama nöbetçiler dışında hiç bir görevlinin gelmediğini belirterek, yetkililerle görüşmesinin ayrıntılarını bir kağıda yazıp tuvalet penceresine bırakmasını, benim de kendisine not yazıp aynı yere bırakacağımı söyledim.
Ancak, Değirmenci tuvalete herhangi bir not bırakmadığı gibi, bir daha kendisinden ne bir haber alabildim ne de odadan bir ses duyabildim. Değirmenci’nin o akşam serbest bırakıldığını, arkadaşlarımız ve ailelerimiz tarafından büyük bir saygı ve sevgi ile karşılandığını, o akşam yemeğini evinde ailesiyle birlikte yediğini çok sonra öğrenecektim.
(DEVAM EDECEK)