İŞKENCE BAŞLIYOR MU!

Aleyhimizde ceza davası açıldıktan sonra avukatlarımız dava dosyasının bir kopyasını alarak bize getirdiler.   Dosyadaki ifade tutanaklarını incelediğimde, Sabahattin Değirmenci’nin bize isnat edilen suçlamaları ve hakkımızda yapılan asılsız ihbarların tamamını destekleyen bir ifade verdiğini hayretle gördüm.

Böylece, Değirmenci’nin sadece bizim aleyhimizde kanıt oluşturulmasına yardım amacıyla gözaltına alındığını, onun da bu oyuna gönüllü olarak katıldığını çok geç de olsa anlamış oldum.

Günler, haftalar geçiyor ama durumumuzda hiç bir değişiklik olmuyor, hala neden gözaltına alındığımızı, neden sorgusuz sualsiz tutulduğumuzu bir türlü öğrenemiyorduk.  Polis Okulu karşısında bulunan tarlalarda topraktan henüz yeni fışkırmış yeşil buğday filizlerine bakıp “İster misin buğdayların büyüyüp başak verdiğini buradan seyredeyim” diye düşünmekten kendimi alamıyordum.  Zaman ilerleyince, “Bu buğdayların sarardığını da göreceğiz galiba” demeye başladım.  Sonunda o buğdaylar büyüyüp başak vermiş, sararmış ve biçer döverler tarafından hasat yapılmıştı ama biz özgürlüğe kavuşamamıştık.  Ancak, hasattan önce tutuklanıp cezaevine konulduğumuz için  hasadı izleyememiştik.

Mehmet Akça’nın götürülmesinden sonra iki gün tek başıma kaldığım odama bu kez de Doç. Dr. Güneş Arıkdal getirildi.  Kendisi o zamanlar hem Mühendislik Fakültesinde hem de dekanı bulunduğum Ekonomi Fakültesinde Dekan Yardımcısı olarak görev yapıyordu.  İstanbullu olup, ilk ve orta öğrenimini İstanbul’da, lise öğrenimini İsviçre’de, lisans ve lisansüstü öğrenimini ise ABD’de yapmış, kendi deyimiyle Anadolu’yu ilk kez Adana havaalanında görmüştü.

Güneş de benimle aynı gece evinden alınarak Polis Okuluna getirilmiş ve Mühendislik Fakültesi Dekanı Agah Adak ile aynı odaya konulmuş.  Bir süre sonra Güneş’i Agah’ın yanından almışlar ve başka bir odada iki gün yalnız başına tutmuşlar, sonra da benim odama getirmişler.  Bu durumu öğrenince artık emin oldum ki bizi değişik kişilerle aynı odalara koyarak konuşmalarımızı dinlemeye çalışıyorlardı.  Mehmet Akça ile birlikte kalırken de konuşmalarımızın dinlenebileceğini düşünmüştüm. Akça’nın  benim yanımdan alınıp, Agah Adak’la aynı odada kalmakta olan Arıkdal’ın yanıma getirilmesinden sonra artık hiç şüphem kalmamıştı.  Güneş Arıkdal içinde bulunduğu duruma çok üzüldüğünden ben kendi derdimi unutmuş onu teselli etmeye çalışıyordum.  Hem içinde bulunduğumuz durumu biraz unutmak hem de bizi dinleyenlere koz vermemek için Güneş’e çocukluk anılarını anlatmasını, üniversite öğrenimine kadar geçen yaşamını en ince ayrıntılarıyla bilmek istediğimi söyledim.

Ben de kendisine çocukluğumda nasıl erik çaldığımızı, kendi bostanımız dururken başka bostanlardan nasıl karpuz kopardığımızı, doğum yerim olan İncirlik köyünde çocukların ve gençlerin oynadıkları oyunları, köyümüzdeki sosyal ve ekonomik yaşamı anlatıyordum.  Futbolla hiç ilgilenmeyen Güneş’e İngiliz WM sisteminden başlayarak bütün futbol taktiklerini, Wimbledon Tenis Turnuvasının tarihini, yağlı güreş ile karakucak ve minder güreşlerinin farklarını, Grekoromen güreşi ile serbest güreşte uygulanan oyunları en ince ayrıntılarına kadar anlatıyor, sonra da onu bu konularda sınava çekiyordum! Ben de Güneş’ten pipo çeşitlerinin özelliklerini, en çok tercih edilen Charatan marka piponun Fas’ın bilmem hangi yöresinde yetişen gül ağacından yapıldığını öğrendim.

Gözaltına alınmamızın üzerinden 18 gün geçmiş, hala ifademiz alınmamış, kapımızda nöbet tutan 6 sivil polisten başka hiç kimse yanımıza gelmemişti.  On sekizinci gün gece saat ikide yatağa uzanmış yine çocukluk anılarımızdan bahsediyorduk ki, polisler kapıyı açıp odamıza girdiler ve giyinip kendileriyle birlikte dışarı çıkmamızı işaret diliyle bildirdiler.  Eşyamızı toplamak istediğimizde, odamıza geri getirileceğimizi, yanımıza hiç bir şey almamamızı yine işaret ederek bildirdiler.

O güne kadar gece yarısından sonra ışıkları söndürüp pencerenin önüne oturuyor ve avlunun diğer yakasında bulunan binanın ikinci katındaki bir odada gözaltındaki insanlara yapılan işkenceleri dehşet içinde izliyordum.  Akşam mesai saatleri sona erdiğinde o odada görevli amir odasından ayrılıyor, bina karanlığa gömülüyordu.

Ancak, gece saat 24.00’ten sonra o oda  işkence evine dönüştürülüyordu.  Dışardan gelen bir arabadan inen sivil polisler Polis Okulunun bodrum katında bulunan nezarethanelerden gözleri bağlı bir veya birkaç kişiyi çıkarıyor, arabaya bindirip avlu içerisinde uzunca süre dolaştırdıktan sonra arabadan indirip birinci kattaki odaya  götürüyorlar ve gözlerindeki bağları açmadan türlü işkenceler yaparak konuşturmaya çalışıyorlardı.

Böylece, kurbanlar Polis Okulunun dışında bir yere götürülerek orada işkence gördüklerini sanıyordu.  Bazen iki kişiyi odaya alıp birine yaptıkları işkenceyi diğerine dinletiyorlar, kimi zaman iki kurbanı birbirlerine tokat atmaya zorluyorlar, genç kızlara insanlık dışı işkenceler yapıyorlardı. Bazen de işkenceler sonunda konuştuğunu sandığım kurbanlarını arabaya bindirerek polis okulundan ayrılıyorlar, saatler sonra yanlarında gözleri bağlı bir veya iki yeni tutsakla geliyor ve hepsini nezarete attıktan sonra okul binasından ayrılıyorlardı.

Önceleri, işkencecilerin eşkalleri ile kullandıkları araçların plaka, marka ve modellerini not ediyordum, fakat arabaların her gün başka bir plakayla geldiğini fark edince sahte plakalar kullanıldığını anladım. İşkence notlarımın ilk bölümünü gözaltındayken nöbetçi polislerin gizlice odama soktuğu oğlum Safa’ya verip eve göndermiştim, daha sonraki notlarımı ise mahkemeye götürülürken ricamız üzerine uğradığımız Karşıyaka’daki Gönül Kebapçısında Mükremin Altıntaş’ın kardeşi Fatih’e gizlice vererek ağabeylerimden birine iletmesini rica etmiştim.  Ancak, bu tarihi değerdeki notların tümünü Hamza ağabeyimin yakarak yok ettiğini sonradan öğrenecektim.

Gece saat iki sularında Güneş’le beni eşyalarımızı almadan odamızdan çıkarıp aşağıya indirmeye başladıklarında ilk aklıma gelen şey nihayet bizim için de işkence görme zamanının geldiğiydi. Kendi kendime “Sakın korkma, işkenceciler önünde eğilme, onurunun kırılmasına fırsat verme, hatta suratlarına tükür ve tekme salla” diye telkinde bulunarak odadan çıktım.   Ancak, korktuğum başıma gelmedi.

Bizi zemin katta bir odaya götürdüler, orada yaklaşık iki saat beklettikten sonra önce beni, sonra Güneş’i bir başka odaya aldılar.  Odadaki bir masada oturan sivil bir polis önce adımı, soyadımı, babamın adını sordu, ardından “Ananın adı ne?” diye sorunca, 18 günlük esaret hayatının ve işkence görmeye gidiyoruz psikolojisinin hırsıyla “Anamı bellemek için 18 gün beklemeniz mi gerekiyordu? Araştırın, bulun” diye haykırdım. Sükuneti bozmayan polis sadece rutin kimlik tespiti yaptığını, kimlik tespitinden sonra odama çıkarılacağımı söyledi.

Ardından, dışarıda bekleyen nöbetçi polisleri çağırdı ve beni odama götürmelerini bildirdi.  İşkence göreceğimizi beklerken böyle bir şeyin olmaması ve gecenin bir yarısında götürdükleri bir odada “Çin İşkencesi” ile bekletildikten sonra ad-soyad ve ana-baba adı sorma dışında başka hiç bir işlem yapmamaları ve açıklamada bulunmamaları karşısında, gür bir sesle “Beni 18 gündür bir odaya kapattınız, dünya ile tüm ilişkimi kestiniz ama kimliğimi bile bilmiyorsunuz, öyle mi?  Gece yarısı yataktan kaldırıp iki saat bir odada hiç konuşmadan bekleterek manevi işkence mi uyguluyorsunuz? Neden burada tutulduğumu öğrenmeden hiç bir yere gitmiyorum” diye bağırdım.

Karşımdaki görevli ellerini iki yana açtı ve hiç sesini çıkarmadan bana bakmakla yetindi, ben de bir emir kuluyum der gibiydi.

Nöbetçi polisler koluma girerek beni tekrar odama götürdüler ve kapıyı üzerime kilitleyip gittiler.  Biraz sonra Güneş de odaya geri getirildi. Ona da aynı şeyi yapmışlar, sadece kimlik tespitinde bulunmuşlar.

Ancak, o geceden sonra ilginç bir şey oldu.  O güne kadar bizimle hiç konuşmayan, sadece el kol işaretleri yapan nöbetçi polislerimiz artık her sorumuza cevap vermeye ve bizimle sohbetlere girmeye başladılar.  Birkaç gün sonra da polislerimiz o geceye kadar odamızda dinleme cihazı bulunduğunu, konuşmalarımızın banda alındığını, on sekizinci günün gecesi odamızdaki dinleme cihazlarını sökmek için bizi aşağıya indirdiklerini, dinleme cihazı sökülürken aşağıdaki odada beklettiklerini, bir şey anlamayalım diye de usulen kısa bir kimlik tespiti yaptıklarını söyledi.

(DEVAM EDECEK)

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor