KAZMA ZAMANINDAYIZ

“Kazma”, hem isimdir, hem de fiil. Toprağı işlemek için kullandığımız ucu keskin demir palet ve saptan oluşan tarım aleti. Bunu kullanmak da, “Kazma” fiili. “Kazma kazmak” demek kazmayı kullanarak iş yapmak demek.

Bakarsanız, kazma, hiç de masum bir alet sayılmaz. Çünkü, birinin veya birilerinin çıkarı için Hüdainabit, yani Tanrı tarafından yeşertilmiş ne var ne yok hepsini kökünden yok eder. Temel işi bu zaten. Örnek; bir kök hıyardan yararlanmak için, yani çıkar amacıyla, onlarca papatya, gelincik, semizotu, kangal ve sair yığınla bitki kazma ile yerinden yuvasından sökülüp alınır. Öyle ki, çoğu kez o kendiliğinden yetişen bitkilerin kökü kurutulur. Bütün mesele, o tek kök hıyardan yararlanmak. Özetle, çıkar meselesi yani. Acımayacaksın, Allah ne verdiyse biçecek, kesecek, devireceksin. Çıkar dediğin de böyle bir bişey zaten.

ŞİMDİ TAM ZAMANI

Kazma konusuna neden değindik biliyor musunuz; çünkü şimdi tam da kazma zamanı. Tarlada ekili dikili sebze tarhları arasında, şitillerin çevresindeki bilumum “yabani ot” taifesinin yok edilmesi zorunlu. Bunu yapmazsanız, sizin yiyeceğinizin bir kısmını o otlar yer ve böylece çıkarınız zedelenmiş olur, maazallah!..

Çocukluğumuzda, bizim de işlenecek bağımız vardı. Yağmurun ara verdiği böylesi günlerin hafta sonunda at arabasına ailece dolarak kazmaya giderdik. Ne olurdu? Mısır olurdu… Acebek, bamya olurdu… Fasulya, nohut, domates, biber olurdu… Aklıma gelmeyen başla ürünler de vardı sanırım.

Kazma günlerinin en zevkli tarafı bağda, rengârenk yabani çiçekler arasında kahvaltıya oturmaktı. Fırından az önce çıkmış henüz sıcak ekmeğin arasına Şekerci Sabri Andaç’tan alınmış helva koyup yemek benim için cennette sefa sürmek gibi bir şey sayılırdı. Halen de öyleyim; doğa tarafından üretilen bitkileri, bu bitkilerde görülebilen irili-ufaklı çiçekleri izlemek zevk doruklarında dolaşmak gibi duygu verir bana.

KAZMALAR ÇALIŞIRKEN

Kahvaltı sonrasından annem, babam, amcalarım birer kazma alıp tarhların arasına dalarak başlarlar papatyaları, gelincikleri, kömeçleri (ebe gümeci) ve diğer birbirinden güzel çiçekli bitkileri imha etmeye. Dedik ya, insanoğlu, çıkarı için diğer canlıların yaşam hakkına böyle son veriyor. Buradaki olumsuzluğun yapımcısı kazma mı, yoksa o kazmayı kullanan ya da kullandıran mı? Böyle bir soru genelde yetersiz cevap bulacağı için üstünde durmuyorum.

ARGODA KAZMA

Argo sözcüklerden rahatsız olurum. Kazma sözcüğü, argoda da sık kullanılır. Bilinçli-bilinçsiz başkalarına kötülük yapmaktan çekinmeyen ya da işe yaramaz, boşuna hava tüketen insanlar için kullanıldığını sanıyorum.

Argo demişken, çocukluğumda kullanılan bir Adana deyimi geldi aklıma. İşe yaramaz, lâf anlamaz kimseler için “Vay o kafayı yuvarlayan Allah’a kurban olayım” denilirdi. Burada “kafayı yuvarlamak” tabiriyle, bir miktar çamuru alıp elde top haline getirerek kafa niyetine omuza oturtmak ima edilirdi.

“Adana köprübaşı, Otur Saraya karşı…” diye başlayan Adana Türküsünü bilirsiniz he mi? O türküde “Vur kazmayı, kazmayı…” derken oynayan incedalan birinin eliyle kazma kazıyor gibi hareket yapması ne kadar etkileyici değil mi? İşte, kazma böyle bir şey ve şimdi zamanı, gördüğünüz gibi.

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor