KOZA TARLASINDAKİ UFAK-TEFEK KARPUZ

Koza, bizde pamuk anlamındaydı. Pamuk ekilmez, koza ekilirdi. Irgat pamuğa değil, kozaya giderdi. Fabrikaya dökülen ürün de pamuk değil, kozaydı. Eh!… Böyle olunca da, pamuk tarlasına koza tarlası dememiz eşyanın tabiatına uygun düşer, değil mi!..
Barkal Durağını sanırım bilmeyen yoktur. Merhum Şakirpaşa Havalimanı ile Otogar arasında, hani neredeyse bu mesafenin ortasındaki durak. Bağımız, bu durağın Güneyinde, asfalttan en fazla otuz metre kadar içerideydi. Büyüklerimiz gidiş gelişi tekerle, yani bisikletle yapardı. Ön tekere dayandırıldığında dönen limon büyüklüğündeki dinamo ile akşamları bisikletin lambası yol gösterebiliyor, ya da karşıdan geleni uyarırdı.
KARPUZ KUYUSU
Bağımızın girişinde, doğumumun öncesine dek kullanılan kuyu emekliye ayrılmıştı. Suyumuz artık 6 metreye çakılmış tulumba ile çekiliyordu. Buz gibi, şeker gibi olduğu söylenirdi ama ben buza da, şekere de yakın göremezdim. Kuyumuza gelince, artık sadece soğutucu olarak hizmet verebilmekteydi. Örneğin karpuz bu kuyu suyuna sarkıtılarak soğutulurdu. Tel kafesin yeterli olmayacağı düşünüldüğünde, et de kuyuya sarkıtılarak korunabiliyordu.
Dedem şehit olunca dört çocuk, bir inek ve 11 dönüm bağla geçinmeye çalışan babaannem ayrıca ipek böceği de yetiştirmiş. Yumurtalarını bir sonraki yıla saklamak için bez torbaya koyup bu kuyuya sarkıttığını anlatırdı.
KARPUZLAR KARPUZDU
Yerli filan gibi türedi lâflardan uzaktı karpuzlarımız. Çünkü sofralık olanları hepsi birbirine benzerdi. Pijama desenliydi. Bıçağı verirken çatır-çutur ses çıkararak yarıldığında, yıllardır hasretini çektiğim karpuz kokusu yayılırdı. Çekirdeği iriceydi. Bu mübarek meyvenin küçüğünü görmek neredeyse olanaksızdı. Elbette organikti, orijinaldi, hibrit-kibrit filân da değildi. Her çekirdek bir sonraki yılın karpuz bitkisini oluşturabilirdi. Yani ülke olarak el-aleme tek kuruş tohum parası vermediğimiz gibi kendi yerli cinslerimizin de niteliklerini korumuş oluyorduk. Topraklarımıza da ne idüğü belirsiz esrarengiz maddeler giremiyordu….
KOZA TARLASINDAKİ BONUS
Çocuktum. Ben diyeyim 65 yıl, siz deyin 70 yıl kadar önce… Babamla birlikte koza tarlasını dolaşmaktayız. Bizi, ailemizin çiftçibaşı babamın halaoğlu Yusuf Ağa gezdiriyordu. Ağa bir ara eğilip yerden küçük bir kapuzu yakaladı. İrice bir greyfurttan biraz daha büyük sayılabilirdi. Yusuf Ağa şalvarının cebinden büyükçe bir çakı çıkarıp başladı elma soyar gibi çevire çevire soymaya. Ham çıkacağından emin olduğum küçük karpuz aksine kıpkırmızıydı. Yusuf Ağa yuvarlak bir dilimi bana verdi. Çok da tatlıydı.
Babam ve Ağa birlikte anlattılar. Koza işçileri susuzluğa ve yorgunluğa karşı ellerinden geldiğince karpuz yerlermiş. Çekirdeği de oraya buraya düşer ve ertesi yıl kendiliğinden filizlenip yayılırmış. Fakat özel bakım, kazma, sulama filân görmediği için olgunlaşsa da büyümezmiş. Tarla işçileri, kendiliğinden olgunlaşan bu nimeti severek tüketirmiş.
Bir sır vereyim; aynı tarlada kendiliğinden yetişen küçük domatesin tadı ve kokusu inanılmaz güzeldi.