YAFES YABANCIMIZ DEĞİLDİR ADANA’NIN BÜYÜK ATASI’DIR

Yafes mi deseeek, Hazreti Yafes mi desek; vallahi bu açıdan hiç de rahat değiliz. Aslında yabancımız değil. Adana’mızın, bu mübarek topraklara yayılmış cennetler topluluğunun, büyük atası desek yeri var.
Kısadan girmek gerekirse, Yafes, Tufanla özdeşleşen Nuh Peygamberin dört oğlundan biri.
NUH’UN 4 EVLÂDI
Yüce Tanrı Nuh Zamanında insanlığın bozulup kötülük yanında yer alması üzerine Peygambere “Bir gemi yap ve yanına her hayvandan bir çift ile inanan insanları al” diye emretmiş. Böyle bir gemi her halde transatlantik boyutlarında fiilan olmalı ki, inşaası yıllarca sürmüş. Bu noktada pek çok kaynak pek çok süre iddia eder. Biz şimdilik süreyi müreyi değil de bireyi takip edelim.
Nuh Aleyhisselam’ın dört oğlu var demiştik ya, sayalım: Hâm, Sâm, Yafes ve Ken’an… Ken’an babasının çağrısına uymadığı için gemiye binmemiş ve tufan sürecinde boğulmuş. Kaldı mı geriye üç oğull!..
ZENCİLER NEDEN SİYAH
Tufan başlayıp da gemi yüzlerce metre derinlikteki suyun zerinde ora senin, bura benim dolaşıp duruyormuş. Hâm isimli oğul, nasıl olmuşsa, insani zaafına kapılıp eşini bir odaya kapatmış. Halbuki Peygamberin emri varmış, “Tufan boyunca yanaşmak yok” diye. Hâm bu emre karşı gelince, güya ki ceza olarak bir anda kara derili olmuş. Anlayacağınız, bilumum zenci milleti Hâm soyundan gelmekte…
RAKKAM DEĞİL ADAM
Hangi yıl başlamış, kaç yıl sürmüş, gemi kaç yılda yapılmış, gemi nerede karaya oturmuş gibi soruların her birine, mâşallah, inanamayacağınız kadar cevap bulunabilir. Bu nedenle olayın aritmetiğini ve matematiğini bir yana bırakıp temel noktamız gidelim. Yani, rakamlardan uzak kalalım, eşit ağırlıklılara dalalım… Adamlar bizim hedefimiz, Yafes ise en bizden’imiz…
Denilir ki, “Nuh Peygamberin çocukları ve çocuklarının çocukları zaman içinde dünyayı paylaşmışlar.” Her çocuk, birkaç ırkın atası olmuş. Yafes’e gelince, bu veliahtın ahfadı arasında Türkler ve kürtler de varmış. Haaa, demek ki, Adana derken, Atamın atası Yafes’i anmamız insani görevimiz olmakta.
YAFES’İN TORUNU EZENE
Yafes’in kaç karısı, kaç cariyesi, kaç bebeği, kaç torunu olduğunu kestirmek olanaksız. Bildiğimiz bir şey varsa, daha doğrusu kaynaklardan öğrendiğimiz bir şey varsa, o da Ezene isimli delikanlının da Yafes’in torunlarından bir olduğu…
Ezene, bakmış ki bulunduğu yerlerde nüfus artıp duruyor, habire insan ürüyor, bazıları yeni yönlere yürüyor, o da karar almış ki, çıkıp gezeee geze dünya’nın en güzel yerlerinden birini bulup yerleşe…
Geleee gele Torosları aşıp Çukurova düzlüklerine yaklaşınca daha uzaktan ovayı çizgi çizgi ayıran akarsulardan, boyu posu ölçülemeyecek kadar yüksek ağaçlardan, incir, elma, armuttan, harnup ile alıçtan etkilenip “İşte!..” diye bağırmış, “Aradığım yer bu!..”
Gelmişler, emniyetli yer olarak Tepebağ’ı seçip şehir kurmuşlar. Eh, madem şehir kuruldu, buna bir de ad gerek değil mi? Ne desinler, “Hadi…” demişler, “Liderimiz Ezene’nin adını verelim”. Öyle de yapmışlar. Adana’nın, Ortadoğu kaynaklarına göre ilk adı Ezene. Şaka değil, 1870’lere kadar da resmi adı Ezene olarak kalmış.. Taaa 1872’de, bakmışlar ki Ezene ile Edirne birbirine karışıp postacılara kök söktürüyor, bir zamanlar Atana olan adını seçmişler ve sonunda Atana da ters gelmiş olmalı, Adana demişler. Bakarsanız, Adana adı en az 3500 yıllık pek çok sikkede halen pırıl pırıl durmaktadır.
Gökten üç elma düştü; bir ezildi, biri büzüldü, üçüncüsü kaynatılıp süzüldü…