ETİMİZ DE, SÜTÜMÜZ DE TEMBEL OLDUĞUMUZDAN DOLAYI PAHALI

Tarım Politikamız hakkında konferans verecek ya da ahkâm kesecek bilgim yok. 10’uncu pasaportunu kullanacak kadar, diyelim en az 150 kez ve en az 70 ülke görmüş biri olarak da havalı havalı konuşacak halim de yok. Çok gezen mi bilir, çok yaşayan mı? Şükürler olsun, her ikisine de uymaktayım. Fakat asıl iddiamı, geçmiş yılların Türkiye’sine dayandıracağım. Çünkü o yıllarda besici az masrafla normal geliri elde edebiliyor, bazen iki inek bir evi rahatlıkla geçindirebiliyordu.

NE SİHİRDİR NE KERAMET

Bugün için besicinin ya da sütçünün kamburu yem maliyeti, değil mi? Evet!.. Yem maliyeti. Eskiden çiftçi, etçi, sütçü yeme kolay kolay para vermezdi. Zaten köyde, bağda, bahçede merada Şubattan Kasım sonuna kadar beslenen sığır, geriye kalan kış döneminde de yazdan kesilip kurutulmuş ot, harman yerinden toplanmış saman ve fazladan üç-beş kuruşa satın alınabilen çiğit kabuğu ile doyardı.

HERGELE BÜYÜSÜ

Çocukluğumuzun Adana’sında avlusuz ev hayâl bile edilemezdi. Çoğu, “çinko” dediğimiz oluklu galvanize saçla, tahta yahut teneke ile çevrili olurdu. Teneke dediğimiz ise, kullanılmış gazyağı, zeytinyağı yahut peynir tenekesinin açılıp yan yana getirilmesiyle sağlanırdı. O yıllarda gaz yağı 20 litrelik teneke ambalajlar içinde de ithal edilir ve bu nedenle boş teneke bol bol bulunabilirdi.

Arada bir dikenli telle çevrilmiş avlu ile de karşılaşılırdı ki, bunlar ayrıca çeşitli sarmaşıklarla donatılmış olurdu. Dolayısıyla, ilkbahardan kış başına kadar pembe-mor çiçekli yeşil bir avlu duvarları da görülebilirdi.

Bazıları da, avlularını çevirmeyi bile düşünmez, açık bırakırdı.

Geniş ve sığırlı avluların orasında, burasında hayvanların bağlandığı kazıklar veya katran ağacından yapılmış kalın ve kavi direklerdeki dövme demirden halkalar birer imza gibi dururdu. Sığır tayfası, gün doğumundan hemen sonra hergele dediğimiz sürüye katılır, gün batımında da geri dönerdi. Yüzlerce inek, tosun, dana, boğa, kendi avlusuna yaklaşınca hiçbir müdahaleye gerek kalmaksızın sürüden ayrılır, bağlanacağı kazık veya halkanın yanına oturarak geviş getirmeye başlardı. Yüzlerce değil, binlerce sığırın her sabah ve akşam yaptığı hareketi ”büüyü” diye nitelemek tuhaf olmayacak. Hergelenin geçişinden hemen sonra, bazıları süpürge kürek dışkıları toplayarak ya gübre ya da yakacak amaçlı biriktirirdi. O yıllarda, “tezek” dediğimiz kokar-yakıt Adana’da da kullanılmakta idi. Yanıltmış olmayalım; tezek’ten çok, Adanaca vurgusuyla Tezzek şeklinde telâffuzu daha yaygındı.

ÇİFTÇİ AİLESİ ÇALIŞIRDI

Tanıdıklarımız ve yakınlarımız arasında nafakasını tamamen topraktan sağlayanlar vardı. Hepsinin de en az sağmal üç-beş ineği vardı. Evin hanımı ineklerin beslenmesinden sağılmasından ve süt ürünlerinin üretilmesinden sorumluydu. Çocuklardan biri veya ikisi gübre yığınına bakardı. Böylece, yeme para vermeyen çiftçi, en yararlı gübreyi de bedavaya getirirdi.

ŞİMDİ SÖYLÜYORUM: Gelişmiş ülkelerde aynen bizim geçmişte tanık olduklarımızı görüyorum. Çiftçi çalışıyor. Hayvan fazlaysa, çalışıyor ve çalıştırıyor. Yemini, gübresini kendi üretiyor. Sonunda da Avrupa’daki et fiyatları bizdekinin üçte biri olabiliyor.

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor