GÖZÜME BAKAR BAKMAZ AYAK ÖLÇÜMÜ BİLİVERDİ
Başbakanlık ve Meclis Başkanlığı gibi çok önemli görevlerde bulunmuştu Sayın Binali Yıldırım Bey. Meclis Başkanlığından istifa edip şehreminliğine talip olması yadırgandı ama hayretle karşılanmadı. Sayın Yıldırım en sonunda, “Sandık kurulu görevlisi oy atmaya gelenin gözüne bakıp AKP’li olup olmadığını anlıyor. Başka partidense belediye başkanlığı formunu vermiyor” deyince ortalık velveleye gitti.
İnsanın gözüne, dizine, kumdaki ayak izine ya da ağzından çıkan sözüne bakıp hangi partiye sempati duyduğunu anlayabilmek çok özgün beceri ister. Demek ki, İstanbul’daki pek çok sandık görevlisinde bu beceri gelişmiş.
İnanırsınız, inanmazsınız; ben gördüğümü anlatacağım. Yorum size ait.
Yabancı memlekette, büyük kentte uluslar arası toplantı bitmiş, katılımcı arkadaşlardan farklı ülke vatandaşı bir grupla gezmeye çıkmıştık. Trafiksiz ve çok geniş ve gösterişli bir ilgimizi çekti. Daldık. Sağlı-sollu büyük mağazalar. Vitrinlere dikkat ederek yürürken ayakkabıcı dükkanına girdim. Tezgahtar, yaklaşıp gözüme baktı ve “Kırk iki numara, bağcıklı siyak ayakkabı arıyorsunuz” deyince şaşırdım. Hakikaten tam da aklımdaki ayakkabayı verdi.
Oradan çıktık, Portekizli arkadaş ceket almak isteyince konfeksiyon mağazasına daldık. Tezgahtar kadın Portekizliye şöyle bir baktı, “Tam da düşündüğünüz gibi, 52 numara, 4 drop açık kahve balıksırtı ceket var” demez mi. Baktık, Portekizli onayladı ve iki dakikada alışveriş bitti. Tam çıkacağız, Tunuslu Profesör kemerlere yaklaştı. Bir başka kadın gelip, “Beyefendi elinizdeki olmaz, bel çevreniz 102 santim, size bunu vereyim” dedi. Gerçekten de öyleymiş. Birbirimize bakıyoruz da, hepimiz dut yemiş bülbüle dönmüşüz.
Önü verandalı, yeşillikler içinde bir lokantaya girdik. Masalar birleştirilerek yerimiz hazırlandı ve garson hepimizi birer birer süzdükten sonra “Merak etmeyiniz, memnun kalacaksınız” deyip çekildi. Az sonra tabak, çatal, kaşık, bardaklar vesaireyi getiren gence sorduk: “Siparişi kim alacak?” Cevap anlamsız geldi: Birkaç dakikaya yemeğiniz geliyor efendim” deyip döndü. Sorumuzu anlamdığına hükmettik. Sipariş için bekliyorz, uğrayan yok. Onbeş dakika daha bekledikten sonra bizi karşılayan garson servis arabası ile geldi. Dolu tabakları önümüze birer birer koyarken takdimi de yapıyordu: “Az pişmiş, sebze garnitürlü bonfileniz… Parmezanlı sade rizottonuz… Broşuttolu makarnanız… Soslu vejeteryan ızgarası sizin beyefendi…”
Benim aklımdan içli köfte düşmüştü. Elin garip memleketinde olmadığını bildiğim için balık ızgara istemiştim. Sıra bana geldiğinde, “Balığınız… Yarına şeref veriniz, sizin için Adana usulü içli köfte yaptıracağım” önerisiyle beynimden vurulmuşa döndüm.
Şaşıran yalnız ben değildim. Gruptaki arkadaşların tamamı hayretler içindeydi. Garsın tipimize bakıp beynimizi net biçimde ve her halde bizim okuyabileceğimizden daha iyi okumuştu. Hiç birimiz yorum yapacak durumda değildilk. Yemeğe koyulduk. Şaşkınlığın zirvesindeki sessizlik içindeyken tanıdık bir ses duydum: “Afiyet olsun beyler!..” diyene baktım; a-aaa Sayın Binali Yıldırım. Bıyıkaltı denilen tarzda gülümsüyordu. Tam o sırada deprem oldu. Dışarı fırlamaya çalışırken uyandım. Dalmışım. Torun sarsarak “Dede kalk, uçurtma yapacaktık ya!..” dediğinde içimden kocaman bir “Ohhh!..” çıktı.