ATA’NIN SON DAKİKALARI

1919’dan vefatına kadar Ulu Önder’in yanından hiç ayrılmayan Kılıç Ali, Dolmabahçe’deki son dakikaları şöyle anlatıyor:
“Bir aralık Hasan Rıza ile bana doğru baktı ve (Saat Kaç) diye sordu. Hasan Rıza Bey “Saat 7 efendimiz” cevabını verdi. Fakat Atatürk mütemadiyen (aralıksız) (Saat kaç?) diye soruyor Hasan Rıza da “7 Efendimiz” diye saati tekrarlıyordu. Bu tarzdaki muhavere birkaç defa tekrarlandı. Atatürk’ün mütemadiye saati sormasını biz o zaman şöyle tefsir etmiştik; Henüz akılları başında, henüz komaya girmemişler, fakat belki o esnada gözleri kararıyor saati göremiyordu da onun için saati öğrenmek suretiyle kendilerini kontrol etmek istiyorlardı.
Son (Saat kaç?) sualini müteakip birdenbire kendilerini arka üstü yataklarına attılar. Aynı anda da fena halde bir titreme başladı. Tam bu sırada yetişmiş olan merhum Neş’et Ömer Bey, Abravaya ile birlikte icap eden müdavata (tedavilere) başlamışlardı. Neş’et Ömer Bey bir aralık Atatürke hitap ederek (Dilinizi göreyim efendim)diye seslendi. Neş’et Ömer Bey’in bu seslenmesi üzerine Atatürk dilini yarıya kadar dışarı çıkardı. Neş’et Ömer Bey (Biraz daha uzatınız efendim) deyince Atatürk Neş’et Ömer Bey’e baktılar ve (Aleykümüsselam) diyerek gözlerini tekrar kapattılar. Bir iki dakika sonra sevgili Atatürk artık kendisinden tamamen geçmiş ve maalesef bu defa açılması imkânı olmayan bir komaya girmiş bulunuyordu.”
SONSUZLUK KAPISINDA
Kılıç Ali, bundan sonraki durumu aşağıdaki gibi anlatıyor:
“9 – 10 Kasım gecesini çok rahatsız fakat ıstırapsız geçirmişti. Sabah hararet (Ateş) 36,8, nabız 144, muntazam teneffüs 20 idi. O gece yarısına doğru dalgınlık son haddine gelmişti. Bu muazzam insan artık hayatının sonuna gelmişti. Hararet 37,5, nabız 132, teneffüs 33 idi. Atatürk dakikadan dakikaya sönüyordu. Etrafa artık tamamen ümitsizlik gelmişti. Hiç kimsede gözyaşlarını saklamak imkânı kalmamış, herkes teessürünü artık açığa vurmuş halde idi.
Nihayet 10 Kasım 1938, o meşum Perşembe sabahı saat sekizi biraz geçmişti. Atatürk’ün yanında bulunuyorduk. Renkleri tamamen solmuştu. Sapsarı olmuştu. Birden bir (Hi…Hi… Hii…) diye yalnız gırtlaklarından birer ses çıkarmaya başlamışlardı. Bu sırada Doktor Mehmet Kâmil Bey baş uçlarında bir eliyle Atatürk’ün yattığı karyolaya dayanmış, gözlerinden dökülen nohut tanesi iriliğindeki gözyaşları ak bıyıklarını ıslatıyor, bu vaziyette bir taraftan ağlarken diğer taraftan da elindeki ıslak pamuk vasıtasıyla Atatürk’ün ağzına su vermeye uğraşıyordu.(…)
Bir aralık Hasan Rıza dayanamadı, teessür içinde kulağıma eğildi, (Kılıç bak! Koca bir tarih göçüyor) dedi. Hakikaten kocaman bir tarih göçüyordu. Saat tam dokuzu beş geçiyordu. Atatürk birden bir gözlerini açtı. O çok güzel mavi gözlerini en son olarak bizim bulunduğumuz tarafa çevirdi, baktı ve derhal kapadı. Başlarını hemen tekrar eski vaziyete getirdi. Aynı meşum anda o güzel gözler artık ebediyen kapanmış bulunuyordu.
-BİTTİ-
