İNOSAM Yönetim Kurulu Başkanı Gürkan Avcı, MEB ve YÖK’ü uyardı

Gürkan Avcı yaptığı değerlendirmede şunları söyledi; “Türkiye’de eğitim meselesi yıllardır en büyük milli meselemiz olmayı sürdürmektedir. Ne yazık ki bu meseleye çoğu zaman şuurla, bilimle, pedagojik anlayışla ve uzun vadeli devlet aklıyla değil; dar ideolojik okumalar, günü kurtaran politikalar ve liyakatten uzak kadrolarla yaklaşılmıştır. Bu nedenle adı “reform” olan her girişim başarısızlıkla sonuçlanmış, eğitim sistemimiz çağın ruhunu kavramaktan, insanı merkeze alan bilimsel metotlardan ve kültürel özgünlükten uzak kalmıştır. Millî Eğitim Bakanlığı ve YÖK’ün misyonu; gençleri özgür, üretken, sorgulayan bireyler olarak yetiştirmek değil; çoğu zaman siyasal iklimin, partizan kadroların ve kısa vadeli politik gündemlerin ihtiyaçlarına uyarlanmaktadır. Eğitim kurumlarımız; fikir üreten, vizyon kazandıran, eleştirel düşünceyi besleyen yuvalar olmaktan ziyade itaati, suskunluğu ve uyumu önceleyen yapılar hâline getirilmiştir.”
(HABER MERKEZİ)-İnovatif Stratejik Araştırmalar Merkezi (İNOSAM) Yönetim Kurulu Başkanı Gürkan Avcı, 25 Kasım 2025 Ağı İstişare toplantısında dile getirdiği eleştiriler ve bilimsel veriler ışığında hazırlanmış, değerlendirme ve çözüm önerilerinin yer aldığı basın açıklamasında, Milli Eğitim Bakanlığı ve YÖK’ü uyararak, “Eğitim ulusal güvenlik meseledir” dedi.
Gürkan Avcı yaptığı değerlendirmede şunları söyledi;
Eğitim sistemi artık bir toplumsal mühendislik alanı- deneme tahtası değil, ulusal güvenlik ve kalkınma meselemizdir. İNOSAM olarak; ülkemizde eğitimin öteden beri pedagojik ve bilimsel bir zeminden uzak, yüzeysel ve ideolojik pratiklerle şekillendirildiğini; liyakat yerine sadakat, uzmanlık yerine siyasi tercihlerin öncelendiğini; bunun da eğitimde tekrarlayan başarısızlıkların, kaynak israfının, zaman kaybının ve toplumsal eşitsizliğin ana nedeni olduğunu tespit ediyoruz. Bugünkü eğitim politikalarının yarattığı kırılganlık, yalnızca okulları değil, Türkiye’nin yıllar içinde inşa ettiği toplumsal sermayeyi de aşındırmaktadır.
Eğitim yönetimi: Kamu yararı yerine siyasi çıkar odaklı:
MEB ve YÖK’ün, halkın ve öğrencinin çıkarlarını merkeze koymaktan çok; hükûmetlerin kısa vadeli imaj ve politik hedefleri doğrultusunda biçimlendirildiği açıktır. Bu durum, politika sürekliliğini, kurum içi uzmanlığı ve kamuya hesap verebilirliği ortadan kaldırmakta; eğitimde planlama ve kaliteyi sekteye uğratmaktadır.
Öğrenme değil itaat üreten sistem:
Okullar ve üniversiteler öğrenmeyi değil, itaat ve ezberi ödüllendiren süreçler haline gelmiştir. Öğretimin yükü sınav performansına indirgenmiş; öğrencinin merak, eleştiri, problem çözme ve yaratıcılık becerileri ihmal edilmiştir. Bu model, çocuklarımızın küresel rekabet ve belirsizlik ortamında ayakta kalmasını engellemektedir.
Okullar çocukları kontrol etmek için var — özgürleştirici değil:
Eğitim kurumları çocuklarımızı gün boyu gözeten, statik bilgi aktaran ve öğrenci özerkliğini yok sayan mekanlara dönüşmüştür. Oysa çağdaş öğrenme bilimleri; özerklik, proje temelli öğrenme, iş birliği ve deneyimsel öğrenmenin başarıyla doğrudan ilişkili olduğunu göstermektedir.
Sistem eşitsizlik ve kayırmacılığı derinleştiriyor:
Eğitimde fırsat eşitsizliği kronikleşmiş; kaliteli eğitim büyük ölçüde yüksek gelir ve elit çevre ile belirlenir hale gelmiştir. Liyakat ve ihtiyaç planlaması yerine kayırmacılığın hâkim olduğu bir atama ve kurumlaşma kültürü yaygınlaşmıştır.
Teknolojiyi kullanımda vizyonsuzluk; FATİH örneği:
Büyük yatırımlar ve iddialı projeler siyasi beklentilerle başlatılıp, sürdürülebilirlik, pedagojik entegrasyon ve şeffaflık sağlanmadan terk edilmiştir. Bu hem kaynak israfı hem de öğretmen ve öğrenci güveninde erozyon yaratmıştır.
İdeolojik tekelleşme, eleştirel düşüncenin düşmanı:
Tek bir perspektife dayalı müfredat ve merkezî kontrol; tarih, felsefe, sosyal bilimler gibi alanlarda eleştirel düşünceyi zayıflatmakta, farklılıkları baskılayarak toplumsal ayrışmayı derinleştirmektedir. Eğitim, insan biçimlendirme aracı olmaktan çıkarılıp özgür birey yetiştiren bilimsel zemine oturtulmalıdır.
CUMHURBAŞKANINI ACİLEN GÖREVE ÇAĞIRIYORUZ!
Bugün Türkiye, tarihinin en kritik eşiklerinden birindedir ve bu eşik, yalnızca yönetmekle değil; kurmak, dönüştürmek ve geleceği inşa etmekle ilgilidir. Devletin en yüksek makamında oturan iradeye sesleniyoruz: Bu millet, potansiyeli tüketilmiş bir kuşağın değil; bilimin, aklın ve yüksek ahlakın rehberliğinde yeniden doğan bir dönüşümün öncüsü olmayı hak ediyor. Şimdi, yalnızca günü kurtaran değil; yüz yıl sonrasını gören, gençliğe güvenen, bilime alan açan, liyakati merkeze koyan bir irade zamanı. Zaman, tarih sahnesine cesur bir imza bırakma zamanı. Bu ülkenin evlatları, yalnızca bugünü değil, yarının Türkiye’sini bekliyor — gecikmek, potansiyeli kaybetmek; harekete geçmek ise bir milleti yeniden ayağa kaldırmak demektir.
EĞİTİM EN BÜYÜK MİLLİ MESELEMİZDİR!
Türkiye’de eğitim meselesi yıllardır en büyük milli meselemiz olmayı sürdürmektedir. Ne yazık ki bu meseleye çoğu zaman şuurla, bilimle, pedagojik anlayışla ve uzun vadeli devlet aklıyla değil; dar ideolojik okumalar, günü kurtaran politikalar ve liyakatten uzak kadrolarla yaklaşılmıştır. Bu nedenle adı “reform” olan her girişim başarısızlıkla sonuçlanmış, eğitim sistemimiz çağın ruhunu kavramaktan, insanı merkeze alan bilimsel metotlardan ve kültürel özgünlükten uzak kalmıştır.
Bugün üzülerek ifade ediyorum ki: Türkiye, eğitimde hızla değişen küresel dünyaya ayak uyduramamış, milli kimliğini evrensel değerlerle buluşturacak özgün bir eğitim modeli inşa edememiştir.
Millî Eğitim Bakanlığı ve YÖK’ün misyonu; gençleri özgür, üretken, sorgulayan bireyler olarak yetiştirmek değil; çoğu zaman siyasal iklimin, partizan kadroların ve kısa vadeli politik gündemlerin ihtiyaçlarına uyarlanmaktadır. Eğitim kurumlarımız; fikir üreten, vizyon kazandıran, eleştirel düşünceyi besleyen yuvalar olmaktan ziyade itaati, suskunluğu ve uyumu önceleyen yapılar hâline getirilmiştir.
TÜRK EĞİTİM SİSTEMİ = EZBER, İTAAT, TEK TİP İNSAN!
Bugün Türkiye’de; Öğretmen anlatıyor, öğrenci yazıyor; düşünmek, tartışmak, üretmek yok. Eğitim hâlâ ezber ve hatırlamayı ölçeklendiren düzen üzerine kurulu. Öğrenci merakı, farklılığı yasaklı; yaratıcılık adeta suç. Okullar özgür değil; gençler nefes alamıyor, kendini gerçekleştiremiyor. Herkese aynı bilgi, aynı yol, aynı kalıp dayatılıyor. Bu model, 21. yüzyıl becerilerini—yaratıcılık, dijital yetkinlik, problem çözme, girişimcilik, iş birliği, adaptasyon—geliştirmek yerine itaatkâr ve edilgen kitleler yetiştiriyor.
25 YILLIK KARNE: UMUDUNU KAYBETMİŞ BİR GENÇLİK!
Türkiye OECD ülkeleri arasında: Okulu sevmeme ve devamsızlıkta ilk sıralarda, Yabancı dil öğrenme başarılarında en alt sıralarda, Üniversite mezunu işsizliğinde başlarda, Beyin göçünde rekor seviyede. Çocuklarımız hem okula hem hayata küstürülüyor. Gençlerimiz kendini değil, sistemin kalıplarını gerçekleştiriyor.
LİYAKAT, EHLİYET YERİNE TORPİL VE İDEOLOJİK AİDİYET
Üniversite kontenjanları plansız, öğretmen atamaları adaletsiz, idari kadrolar liyakatsiz seçiliyor. Üniversitelerimiz hayatla rekabet değil, bürokrasiyle uyum üzerine şekilleniyor. Akademi özgür değil; araştırma kültürü gelişmiyor, bilimsel üretim nitelik kaybına uğruyor.
Oysa eğitim sistemimiz; Reaktif değil, vizyoner olmalı. Kopyacı değil, özgün olmalı. Ezberci değil, araştırmacı olmalı. İtaatkâr değil, özgür birey yetiştirmeli. Merkezi değil, yetki devrine dayalı olmalı. Tek tip değil, yetenek temelli olmalı. Bu ülke, millî kimliğiyle çağdaş uygarlık arasında köprü kuracak bir eğitim modelini hak ediyor.
TÜRKİYE İÇİN YENİ BİR EĞİTİM ÇAĞI!
Biz bu eğitim sistemini yalnızca eleştirmek için değil, inşa edilmesi için de çalışıyoruz. Çünkü biliyoruz: Gelecek; bilgiyi ezberleyenlerin değil, üretenlerin ve dönüştürenlerin olacaktır. Bu nedenle ortaya bir vizyon koymak gerekiyor: Her öğrenci için bireysel öğrenme haritası. Dijital ve hibrit öğrenme altyapısı. Evrensel değerlerle uyumlu milli müfredat. Öğretmen için mesleki gelişim akademileri. Psikolojik iyi oluş – karakter eğitimi. Üretim, teknoloji ve girişimcilik temelli eğitim. Veri temelli ve şeffaf eğitim yönetimi. Üniversite-sanayi-teknoloji entegrasyonu, vizyoner hedeflerimiz olmalıdır.
EĞİTİM ÇÖKMÜŞSE TOPLUM ÇÜRÜR, DEVLET MEKANİZMASI YOK OLUR!
Türkiye, tarihsel medeniyet hafızası, genç nüfusu, kültürel zenginliği ve bilimsel potansiyeliyle bunu fazlasıyla başarabilecek kudrettedir. Umut, cesaret ve yeni bir başlangıç çağının çağrısını yapıyoruz.
Bu çağ; bilgiyi saklayanların, gençliğin umudunu aşındıranların ve gelecek planını günü kurtarma siyasetine teslim edenlerin değil, hakikatin çıplak ışığına gözünü kırpmadan bakanların çağıdır. Artık süslü kelimeler, nostaljik hatıralar ve “zamanla düzelir” masalları bitti. Gerçeğin çıplak ve yakıcı yüzü şudur: Eğitim çökmüşse toplum çürür; toplum çürürse devlet mekanizması işlevsizleşir; devlet mekanizması işlevsizleşirse gelecek yok olur. Ve bugün, tam da bu kavşaktayız.
TARİHİN KIRILMA ANINDAYIZ
Son 30 yıl; sosyal medya devriminden uzay araştırmalarına, yapay zekâdan biyoteknolojiye, bilgi ekonomisinden iklim krizinin eşiğine uzanan bir akıl sarsıcı dönüşüm çağıdır. Ne var ki bu dönüşümün bizdeki yansıması, potansiyelin değil âtıl kalmışlığın, fırsatın değil kaybedilmiş kuşakların hikâyesi oldu. Eğitim sistemindeki çöküş hızla devam ediyor; Sürekli değişen sınav sistemleri. Üniversite sayısında geometrik artış, nitelikte sistemik erozyon. Nitelikli öğretmen yetiştirmede yapısal tıkanma. Bilimsel düşüncenin yerine ezber, korku ve ideolojik sığlık.
Bu tablo, bireysel hataların değil, politik akıl eksikliğinin, kısa vadeli popülizmin ve kurumsal hafızasızlığın sonucudur.
Niteliği düşük yükseköğrenim ve işsiz mezunlar = akademik enflasyon, umut krizi, beyin göçü. Bir genç işsiz kaldığında;
yalnızca bir birey kaybedilmez — bir gelecek, bir laboratuvar, bir şirket, bir bilimsel keşif, bir medeniyet şansı kaybedilir.
Akıllı telefonlar, sosyal ağlar, yapay zekâ — Biri özgürleştirir, diğeri gözetler ve tüketir. Türkiye, bu alanlarda parlayan bireysel başarılar üretiyor; ama kurumsal ekosistem, gençlerin yeteneğini verimli sisteme dönüştüremiyor.
Türkiye’nin enerjisini ve oksijenini çalan beton imparatorluklar, kuruyan şehirler, plansız kentleşme, gıda güvenliği tehdidi…
Bunlar romantik çevre söylemi değil; ulusal güvenlik meselesidir. Şu an yaşadığımız yalnızca ekonomik dalgalanma değil; sosyal sermaye erozyonu, entelektüel kapasite kaybı, bilimsel özgüven çöküşü. Bu tabloyu düzeltmek için nostaljik sloganlar değil, epistemolojik devrim gerekiyor.
ÇIKIŞ YOLU İÇİN RADİKAL AKIL VE YENİ TOPLUM SÖZLEŞMESİ GEREKİYOR!
Büyük vizyonlar radikal gerçekliklerden doğar. İhtiyacımız olan şey, sahte umutlar değil; kalkınma, özgürleşme ve bilim temelli bir toplumsal mutabakattır. Bize lazım olan bilim ve eğitim reformu için; Öğretmenlik yeniden stratejik meslek ilan edilmeli. Üniversiteler özerkleştirilmeli, liyakat ve özgür araştırma güvencelenmeli. İnsanlarımıza erken yaşta bilimsel düşünce ve teknoloji okuryazarlığı verilmeli. Ezberin saltanatı bitmeli; eleştirel akıl, deney, yaratıcılık ve etik disiplin hâkim olmalı.
Türkiye, sahip olduğu kültürel miras, coğrafi konum, genç nüfus dinamiği ve bilimsel potansiyel ile eğitimde küresel bir marka yaratabilir. Bunun için yapılması gerekenler bellidir: Milli kimlik ve evrensel değerlere dayanan, eleştirel düşünceyi, etik bilinci ve yaratıcılığı besleyen müfredat. Doğduğu sosyo-ekonomik sınıfa bakılmaksızın her çocuk için eşit başlangıç imkânı — parasız, kapsayıcı ve adil eğitim. Dijital okuryazarlık ve ileri teknoloji eğitimlerine evrensel erişim; yüksek teknoloji okulları ve kampüsleriyle inovasyon üssü olmak. Ülkenin en yetenekli gençlerinin öğretmenliği tercih etmesini sağlayacak ekonomik, sosyal ve mesleki destek mekanizmaları. Üniversiteler özgür araştırma yapar, toplumsal sorunlara çözüm geliştirir; bilim devleti örneği güçlenir.
MEB ve YÖK’ün rol tanımı, bağımsızlık ve hesap verebilirlik ilkeleri doğrultusunda yeniden tanımlanmalı; siyasal müdahaleyi sınırlayan yasal düzenlemeler hayata geçirilmelidir. Eğitim karar alma süreçlerine öğretmenler, akademisyenler, öğrenciler ve toplum temsili doğrudan katılmalıdır. Eğitim yatırımlarında şeffaflık, bağımsız denetim ve mali sürdürülebilirlik şart koşulmalıdır. Genelde yoksul, dar ve sabit gelirli ailelerin çocuklarının devam ettirildiği İmam Hatip okullarının en az yarısı; Kodlama ve Kuantum Lisesine, Tarım 4.0 ve Biyoteknoloji Lisesine, Uzay ve Havacılık Lisesine, Sanat ve Tasarım Lisesine, Girişimcilik ve Finans Lisesine, Dil ve Diplomasi Lisesine, Felsefe ve Liderlik Lisesine dönüştürülmelidir ki; su hedefe ulaşmak, Türkiye’yi yalnızca daha iyi bir eğitim sistemine kavuşturmakla kalmayacak; beraberinde sosyal adaleti, ekonomik verimliliği, demokratik kurumların güçlenmesini ve uluslararası saygınlığı getirecektir.
TÜRKİYE YENİ NESİL EKONOMİ VE TEKNOLOJİ DEVLETİ OLMALIDIR!
Acilen şunlara ihtiyacımız vardır; Ulusal yapay zekâ stratejisini ortaya koyacak bir Yapay Zeka Bakanlığı. Bölgesel inovasyon kampüsleri. Yüksek teknoloji ve yeşil ekonomi yatırımları. Start-up ekosistemi için uzun vadeli fonlama. Türkiye sadece tüketen değil, icat eden, tasarlayan, üreten bir ülke olmak zorundadır.
Beyin göçünü tersine çevirmek için; Gençler gittiğinde ülke yalnızca nüfus kaybetmez, rüyasını kaybeder. Onları geri çağırmanın yolu kuru hamaset değil, adalet, özgür bilim, nitelikli ekosistem ve özgürlüklerdir. Türkiye sürdürülebilir bir gelecek ve ekolojik bir devlet olmalıdır; Şehirler, insanı ve doğayı boğmamalı. Yenilenebilir enerji, iklim direnci ve sürdürülebilir tarım artık tercihler değil, zorunluluktur.
KORKU DEĞİL CESARET NESLİ YARATMALIYIZ!
Biz dünyadaki bu büyük değişimi, dönüşümü, gelişmeyi, bu kırılma dönemini yalnızca seyredemeyiz. Gençlerimiz, pasif izleyici olmayı reddediyor: “Biz, tarih yazılmasını beklemeyeceğiz. Biz, tarihi yazan olacağız,” mottosunu şiar edinen gençlerimizin önünü açmalıyız. Bu topraklardan yeniden bilim çıkarmalıyız, yeniden düşünce çıkarmalıyız, yeniden tüm insanlık için umudu, barışı, sevgiyi çıkarmalıyız. Çünkü bu milletin genlerinde direnç, hakikat ve medeniyet kurma iradesi vardır.
Eğitim, bir toplumun vicdanıdır. Bugün yarattığımız eğitim iklimi, yarının Türkiye’sini biçimlendirir. Bizler, bilgiye, bilime, eşitliğe ve insan onuruna dayanan bir eğitim iddiasını savunuyoruz. Bu iddia; cesaret, sabır ve bilimsel disiplin ister. İNOSAM olarak diyoruz ki: cesareti gösterelim, planı uygulayalım, başarıyı birlikte ölçelim. Türkiye, özgün ve çağdaş bir eğitim modeliyle hem kendi çocuklarına hem de dünyaya umut olmayı hak ediyor.
Bizim mücadelemiz; gerçeği saklayanlarla değil, gerçekliğin kendisiyle hesaplaşmak olmalıdır. Bizim davamız; kurulu düzenle kavga değil, çürümüş düzeni aşarak yeni bir düzeni, sevgiyi, barışı, refahı, vicdanı, ahlakı inşa etme davası olmalıdır. Ve biliyoruz: Gelecek, korkakların değil; vizyonerlerin, çalışanların, inananların ve vazgeçmeyenlerin olacaktır. Gelin, yeni bir Türkiye, yeni bir zihniyet, yeni bir gelecek inşa edelim — ki bunun için de muasır ve özgün bir eğitim sistemini bilimin ışığıyla, aklın cesaretiyle, vicdanın rehberliğiyle yön vermek gerekiyor. Çünkü gelecek beklenmez; gelecek yapılır.
