TOROSLARIN AĞZI ŞU GÜLEK BOĞAZI
Adanalı ya da Çukurovalı olup da gençlik yıllarında bile en azından beş-on kez Gülek Boğazı’ndan geçmemiş bir kul var mıdır!.. Denilebilir ki, Orta Anadolu’dan çıkıp Torosları aşarak gelen yolların tek geçidi, yegane kapısıdır Gülek Boğazı. Varıp seyreyledik, yazılanları ezber eyledik, baktık ki değeri var, yazmaya karar eyledik…
Efendim meraklıları varmış ki inceleyip araştırmışlar, defter kitap karıştırmışlar ve demişler ki, “Gülek Boğazı bundan taaa 4000 sene kadar önce, Kilikyalılar tarafından kayalar parçalanıp açılmış.” Yöremizin eski adıdır Kilikya. Kurtuluş Savaşında Atatürk askeri nizam verirken bölgemizdeki komuta alanlarını Doğu Kilikya ve Batı Kilikya diye ikiye ayırmış. Bu ismin nereden geldiğine dair hikayelerimizi de kısmetse ileride anlatmaya çalışırız; şimdiden reklam edelim; ilginçtir.
Eski Yunanlılar boğazımıza, Kilikya Kapısı anlamında “Kilikya Pilayi” demişler. Bundan 1300 sene kadar once, Ermenistan’ın başına bela kesilen Bizans binlercesini yerinden yurdundan edip sürgüne yolladığında, bir kısmı ıssız fakat ağacıyla, suyuyla, bereketli huyuyla ve de aşılmaz yoluyla beğendikleri bir dağın tepesine köy kurup yerleşmişler. Adına da Gugulak ya da Gogulak demişler. Olasıdır ki; Gugulak zamanla Gulak sonra da Gülek olmuştur. Ayrıca Kilikya Pilayi de belki Kulekya, Kuleka, Kulek ve derken Gülek olmuştur. Dilden dile, nesiden nesile sözcüklerin nasıl değiştiğine dair zibil gibi örnek bulunur. Örneğin, tatlı dilli, abartısı zilli, kalemi yelli Evliya Çelebi de boş geçmemiş. Uğradığı Gülek Kalesinden bahsederken ahalisinin ne kadar haşin olduğunu anlatmış. Bir de, kalenin adınını, büyük burcun şekline bağlamış; “Gülek görünüşlü olduğu için Gülek demişler” diye keseden fırlatmış. Aslında benzetme yerinde; halen dağ köylerimizde tahıl ölçüsüdür gülek. Yaklaşık 10 Litrelik hacmi olan, tahtadan yapılmış yuvarlak hacim ölçer yani. Rahmetli Çelebi’nin canı sağ olsun, ne diyelim.
Bizim diyeceğimiz bunlar değildi ama, demiş bulunduk; silgimiz yok ki silelim, en iyisi devam edelim…1833’te yöremize gelip de adaletiyle, dirayetiyle kendini sevdiren ve de fakr ü zaruret içinde, eşkıya cenderesindeki halkı gönendiren Mısırlı İbrahim gelinceye dek boğazımız o kadar dar, o kadar darmış ki, mahfeli bir deve bile geçerken çuvallar iki duvara sürtünürmüş. Yaklaşık 170 yıl öncesine ait bir gravürde bunu görebiliyoruz.
İbrahim Paşa ne kadar sevildiğini görünce, biti kanlanmış olmalı ki yavaş yavaş torosları aşıp Batı Anadolu’ya el atmaya karar verdiğinde, toplarını ve askerlerini rahatça geçirebilmek için geçidin doğu tarafını traşlaya, traşlaya 10 metreye çıkarmış genişliğini. Bunun da yarısı dere zaten.
Biz bizi bildiğimizde genişlik hep öyle idi… Ne zamanki Otoyol geçti, dinamit, kompresör, matkap devreye girdi de, yoksul boğazı gibi duran geçit haramzadelerinki gibi genişledi.
Adana’dan giderken boğaza yaklaştığınızda, sol yamacın tepelerine doğru ünlü efsanedeki taş kesilen ejderhayı görebilirsiniz. Onun da üstünde Gülek kalesi vardır ki, çıkıp görmenizi öneririm. Ömür ve sağlığımız elverirse, biri Kilikya, diğeri de Ejderha Efsanesi olmak üzere iki yazı sözümüz bakidir.