Ercan Kont’la son röportaj
Bir gün evvelinden randevulaştığımız yerde arkadaşım (ve gönüllü fotoğrafçım) İsmail Bugan ile hazır olduk. Bilenler bilir; Ercan Kont cep telefonu kullanmıyor. Biz de ev telefonunu iki kez aradık; açan yok. Yolda olabileceğini tahmin ettik. İsmail abi, “Ercan hoca!” dedi irkilerek, heyecanla. Bir baktım, Ercan Kont koşaraktan İller Bankası’na doğru gidiyor. Biz de İller Bankası’na yakın bir yerdeyiz; randevu mekânını kolay bulması için banka civarını tarif etmiştik. İsmail abi arkasından koştu ve nihayet bir araya geldik. “Disiplin kuralıma aykırı” diyerek röportaj sırasında bir şey içmediğini belirtti. “Formumu korurum, oldum olası 63 kiloyum ve bunun üstüne çıkmamaya gayret ederim” dedi. Ercan hocada sigara ve alkol de yok. Vaktiyle çalıştığı bir mekânda her personelin 1 bardak içki hakkı varmış. “İçsene, bedava” demişler, o da “Hayatım da mı bedava” diyerek teklifi reddetmiş. Rol gereği esrarkeşi canlandıracağı bir oyunda, esrar görüntüsü versin diye kat kat kâğıda sarılan sigarayı içmemek için oyundan vazgeçecek olmuş ama yönetmen bir formül uydurup onu razı etmiş. 74 yaşındaki Ercan Kont’a imrendim. İlk günkü aşkla, heyecanla karşımızda bir sanatkâr vardı çünkü. Röportaj esnasında hem kendisinin unutmaması, hem de benim soru çıkarmam için bir deftere notlar almış önceden. Yanında şiir defteri de vardı ama vakit darlığından inceleme fırsatım olmadı. Çünkü “Edebiyat Matineleri” etkinliği kapsamında düzenlenen “Yaşar Kemal’i Anma Programı”na yetişmesi gerekiyordu Ercan hocanın. Onu gören selâmladı, hâl hatır sordu. Bu kadar meşhur ve saygın bir sanatkârla yaptığımız röportaj çalışmasını sunuyoruz şimdi:..
Klâsik bir soru: Tiyatroya nasıl başladınız?
Fakir bir ailenin çocuğuydum. Okul saati dışında işportacılık yapardım. Malları satarken güzel bağırıyorum diye esnaflar bana yevmiyeyle çığırtkanlık yaptırırdı. Öbür çığırtkanlar, “İthal mal bunlar!.. İtalyan malı, Alman malı!.. Batan gemiden çıkan mallar, yanan fabrikadan kurtarılanlar! Mağazada 10 lira, bizde 5 lira!..” derken, ben farklı davranıp; ne ithal mal, ne İtalyan, ne Alman malı, ne Amerika!.. Ne yanan fabrikadan kurtarılan, ne de batan gemiden çıkan mallar! Türk malı bunlar, Türkiye’de imal ediliyor, Türkiye’de satılıyor! Mağazada 10 lira, bizde 20 lira, diye bağırırdım. Herkes şaşırırdı ama farklı söylem olunca merak edip alırdı. Bir gün zabıta mallarıma el koydu. İtiraz ettim. “Belediyeye gidip oradan geri alırsın” dediler. Şimdiki Adana Büyükşehir Belediyesi binasının olduğu yerde zabıtaları beklediğim sırada belediye hoparlöründen, “Dikkat dikkat! Adana Belediyesi Şehir Tiyatrosu için figüran aranıyor. İsteklilerin tiyatro müdürlüğüne başvurması gerekmektedir” anonsu yapıldı ve ben kendimi tiyatroda buldum. İlk oynadığım oyun, William Shakespeare’nin Othello’suydu.
Sanat kariyerinizden bahseder misiniz?
Sanat kariyerim boyunca birçok oyunda rol aldım, turneye çıktım, sunum yaptım. Altın Koza Film Festivali’nin ikincisinde Yılmaz Güney, ödülünü benim elimden almıştı. Çok mütevazı bir insandı rahmetli. Tiyatroya ilk başladığımda saçım sakalım uzun diye Adanalılar beni yadırgamışlardı. Horladılar, aşağıladılar, lâf attılar ama hiç karşılık vermedim. Hep sakindim. İçimden; tamam, şimdi siz bunları söylüyorsunuz, beni beğenmiyorsunuz fakat gün gelecek değerimi anlayacaksınız. Karşılaştığımız zaman sevgiyle saygıyla selâmlayıp, iş yerinizde çaya davet edeceksiniz, diye geçirirdim. Öyle de oldu. Şimdilerde internette dolaşan “Cinnet” şiirini okuyuş tarzımla dalga geçenler var ama ben yine sakinliğimi koruyorum. Bir de, Adana Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu’nun yanındaki parka “Abidin Dino” adını ben koydurmuştum. Eskiden orada birtakım uygunsuz şeyler yapılırken halk yaklaşamıyordu. Şimdi benim sorumluluğum altında olduğu için bizzat ilgileniyorum. Klâsik müzik çalınıyor, sergiler düzenleniyor. Aileler geliyor, insanlar teşekkür ediyor.
Tiyatroyu çoğu kimse meslekten saymıyor. Neden?
Şimdi ben meslek hayatımın ilk yıllarında komik bir şey anlatıyorum veya espri yapıyorum; gülüyorlar. Rahmetli anama, “Sıdıka hala, senin oğlun sahnede soytarılık yaparak ona buna kendini rezil ediyor” demiş bizim tanıdıklar. Küçükken benim yaşadığım yerde bir şeyi abartarak anlatırlardı. Anam da bir gün bana, “Senden için ‘şöyle böyle’ diyorlar. Oğlum, sahneyi bırak. Yoksa sütümü helâl etmem” demişti. Ama daha sonra bir esrarkeşi canlandırdığım oyunu seyreden rahmetli annem performansımı başarılı bulmuş ki, “İyi ki de bildiğin işi yaptın” dedi. Evet, bildiğim işi yaparak figüranlıktan tiyatro müdürlüğüne kadar yükseldim. Müdürken bile kollarımı sıvayıp temizlik yapmışımdır. Tiyatroculuğu meslekten saymak veya saymamak; insanın, hayatı sırasındaki olayların kendine verdiği yöne bağlı. Yani bu bir düşünce meselesidir.
Kaba saba, kıro birisine bir tiyatro oyunu seyrettirseniz, oyun çıkışı o insanın duygu ve düşünce dünyasında medenî bir dönüşüm kıpırtısını görebilmek olasıdır. Bunun sırrı nedir? Tiyatro tılsımlı bir meydan mıdır?
Sanatçının sanatına bağlılığı ve onu topluma başarıyla yansıtmasının sonucudur, diye düşünüyorum. Piyesteki bir karakterin bağırması ve kibarlaşmasını gören seyirci, iki ruh hâlini ölçüp tartıyor ve hangisi daha normal geliyorsa onu kendi yaşamında uyguluyor. Yani tiyatrodan ders çıkartıyor.
Merhum sanatçı Kemal Sunal bir röportajında, “Tiyatro sahnesinde oyuncu ile seyirci arasında buzdan perde vardır. Ama sinema perdesi öyle değil… İnsanlar, film artistini kendine daha yakın, daha sıcak hissediyor” der. Katılıyor musunuz?
Tiyatrocular halk içerisinde değil… Değil derken, kendilerini elit tabaka gibi özel bir yerde görüyorlar, anlamında söylemedim. Sadece, herkesle haşır neşir olarak hem “ünlenmeye çalışıyor” denmemesi, hem de oynadığı rolün inandırıcılığını yitirmemesi için seyirciyle arasına bir mesafe koyuyor, diyebiliriz. Tabiî bu kişisel tercihtir.
Televizyondaki tiyatro-şov programlarını izliyor musunuz? Nasıl buluyorsunuz?
Ben onları çok hoş buluyorum. Şu 24 saat içerisinde öyle can sıkıcı olaylar var ki insanlar gülmeye muhtaç. Bu tür programların yayınlanması güzel bir şey.
Hiç filmde oynadınız mı?
Kadir İnanır’ın “Tatar Ramazan Sürgünde” filminde hapishane başkâtibini, “Ezo Gelin” filminde imamı, “Kara Duvak”ta papazı ve “Asi” dizisinde cevizleri çalınan hacıyı oynadım. Kısa filmci bir genç kardeşimiz, Adanalı bir arkadaşının benden bahsetmesi üzerine, “Cinnet” şiirinden esinlenerek bir kısa metrajlı film çekmeyi düşünüyor. Onun görüşmesini yapacağız birkaç güne kadar.
Ercan Kont şu an ne yapıyor?
Birçok derneğin ve kurumun gerçekleştirdiği özel gün ve gecelerde, festivallerde, şenliklerde ve daha birçok etkinlikte sunuculuk yapmaktayım.
RÖPORTAJ: Ali Demiral