ÖNCESİ KİLİSEYMİŞ “YAĞ CAMİ” OLMUŞ
Konumuz Yağ Cami. Geçmişine inince gördük ki, bir ucu İstanbul’a, diğer ucu Kudüs’e uzanıyor. Bu uzun yola çıkmadan önce sempatik abartılarını tatlı dille yazıp bizlere bırakan Evliya Çelebi’den okuyalım: “Evvela cemaat-i kesireye malik olan çarşu içinde eski cami’ haremi kapusu üzre tarihi budur: Fi zaman devlet-i sahib-kıran Sultan Süleyman Şah bin Selim Han azze nasrahu inşai fi hazel medrese ve ta’mir hazae el cami’ül şerif el-emir-ül ayan Piri bin Halil bin Ramazan fi sene 955. Ve bu cami’ mutakaddem kenise imiş. Tarz-ı kadim toprak örtülüdür. Ve bir minaresi var.”
Günümüz Türkçesi ile yazalım Çelebi’nin notlarını: “Öncelikle, çarşı içindeki ve cemaat çoğunluğuna sahip olan eski cami avlu kapısı üzerindeki yazıt şöyle okunmaktadır: Sultan Selim Han oğlu, muazzam kıran sahibi Sultan Süleyman Şah zamanında (Allah yardımlarını kutlu eylesin) 960 senesinde, Ayanlar Beyi, Ramazan oğlu Halil oğlu, Ayanlar Emiri Piri bu medreseyi yaptırdı ve bu şerefli camiyi tamir ettirdi. Ve bu cami geçmişinde kiliseymiş. Eski usul, toprak örtülüdür ve bir mainaresi vardır.” Günümüz Türkçesine çevirdik çevirmesine de, sanırım pek çok genç kardeşimizin takıldığı noktalar var. Ukalalık olmasın, onlara değinelim.
Madde Bir: Evliya Çelebi “Tarih” sözcüğünü yazıt anlamında kullanmış. Eski eserlerin hemen tamamında, yaptıran veya onartanın kim olduğu ile işlemin hangi tarihte yapıldığı taşa oyulan yazı ile belirtilmiş ki, buna “Tarih düşmek” demişler.
Madde İki: İçtenlikle söylemek gerekirse, SAHİB KIRAN terimini ilk okuduğumda ben de anlayamamış ve aslını bulup faslını görebilmek için hayli kitap-defter karıştırmış, kör kuyularda araştırmıştım. Sahib kıran, “Yaklaşım zamanındaki taht sahibi” demekmiş. Hadi biraz daha açalım; birbirine nadiren yaklaşan iki yıldız, Venüs ve Jüpiter’in aynı burç üzerine geldiği dönem… Bizimkiler, tabii bizim dilimizde, bu yıldızlara Zühre ve Müşteri, yaklaşım dönemlerine de Kıran-ı Sa’deyn diyorlar. Haa, iki yıldız daha var “kıran” olayına bulaşan; Merih ve Zuhal, yani Mars ve Satürn… Bunların yaklaşımına da Kıran-ı Nahseyn tabiri uygun gelmiş.
Bağlayalım; Kıran döneminde devlet eline alan yönetici zamanında halk büyük mutluluk yaşarmış. Bazı kaynaklarda ise ya mutluluk ya da fenalıklar şeklinde yorumlandığını da ekleyelim, eksik kalmasın.
Burası tamam; peki, başka ne diyor Çelebi Hazretleri? Diyor ki, “Burası eskiden kiliseymiş”. Baktık, yerden göğe kadar haklı. Zaten Caminin Doğu tarafına girdiğinizde bu kesimin geçmişte kilise olduğunu apaçık görürsünüz. Öğrendik ki, üç aşağı, beş yukarı 1250 gibi bir tarihte, hac amacıyla Kudüs’e gidenler için Bizans Kraliçesi güzel bir mola kompleksi yaptırmış. Tabii bir yanına da Kilise kondurmuş ki, o zamanki adıyla Aziz Jak Kilisesi. O yıllarda, Evliya Çelebi’nin tabiriyle “Adana’nın kafiri Ermeni” imiş. Biz de biliyoruz ki, 1098’den tee 13 Nisan 1375’e kadar yöremizin hakimi Ermeniler. Ermeni milleti, geçmişteki fenalıklarından hatta yaptıkları soykırımdan dolayı Bizans’ı sevmiyor ve bu nedenle de Kudüs yolcusu da olsa Bizanslıya yüz vermiyor. Kudüs yolcular sıkıntı çekince Kraliçe Hazretleri sur dışında bu Mola tesislerini yaptırmış.
Pek ala, bu kilise ne zaman cami olmuş? Genel olarak Halil Bey derlerse de, biz farklı bir pencere açacağız. Pazartesi, Şihabeddin Ahmet Bey’le tanıştırmak ve camiyi biraz daha anlatmak üzere, iyi bir hafta sonu diliyorum.