O TÜRKÜ, YILLAR ÖNCE GÜNÜMÜZE SESLENMİŞ

Son bölümünü geçen yazımda sunduğum “İğtişaş Faciası” notlarımızda üçüncü devletlerin aramızı nasıl bozduğunu anlatmıştım. Diziyi hazırlarken, sık sık, nifak denilen virüsün sadece devletler arasında değil de, aynı devlet vatandaşları arasında da ciddi enfeksiyonlara yol açtığını düşündüm.

Saygı Öztürk’ün etraflı inceleme ve bire-bir görüşmeler sonucu hazırladığı MENZİL isimli kitabı okurken irkildim. Toplumumuzun önemli bir kesimi tarikatlere ayrılmış. Anladığım kadarıyla her tarikat kendi mensuplarını koruyup-kollama hevesinde. Bu bir yana, tarikatlerin her biri de sayılamayacak kadar çok kollara ayrılmış. Diyebilirim ki hepsinin lideri (Şeyh diyemiyorum) biz fanilerin hayal bile edemeyeceği kadar çok maddiyata sahip. Dua yoluyla mı zengin oldular diyeceğim, alay konusu olurum, diyemiyorum.

Ulu Önderimizin tarikat ve zaviye faaliyetlerini yasaklayarak toplum adına ne büyük hizmet ettiğini bu kitabı okurken çok daha iyi anladım. Asıl adı Ahmet Mahmut Ünlü, bilinen adıyla Cübbeli Ahmet Hoca’nın bir sohbetine rastladım. İddiasına göre, yarın mezara girdiğinde, azap melekleri kollarından tutup yaka-paça götürürken, mevta kişi şayet “Ben Nakşibendi Tarikatının Halidi Kolundanım” dese, bırakırlarmış. Ne kadar kolay değil mi, tecavüz, yetim hakkı yeme, rüşvet, yalan-dolan, Allah’la aldatma, iftira ve sair her türlü  herzeyi yiyen kişi, öteki dünya kapısından girerken Nakşibendi Tarikatının Halidi kolundan olduğunu söylediği anda kurtulacak… Ayrımın bu denli keskin olabileceğini bilmiyordum ve hoca denilen bu şahsı dinleyince beynimden vurulmuşa döndüm. Siyaset arenasında tarikatlere sırt dayamış olguların varlığından pek sık bahsedilir. Demek ki, ayrımcılığa yol verenler arasında, az veya çok, bilemem, siyasetçilerin varlığı da söz konusu.

Kılıçdaroğlu’nu gözden düşürmek için “Alevidir haa!..” diye seslenenler baktılar ki toplum artık bu cins darıları yemiyor, hemen her hafta yeni bir gündemle kamplaşmayı, ayrışmayı adeta hızlandırıyor- ya da bana öyle geliyor. Aynı Geminin yolcusu olduğumuzu fark etmediklerini sanmam. Sanki bunlar filikaların yanından sesleniyorlar ki, gemi battığında kendilerini kurtarabilsinler. Etnik bazda olsun, siyasi parti sempatizanlığında olsun duyduklarımız, biraz kafa yoracak olursak, geminin su almakta olduğu izlenimini vermekte.

Çok sevdiğim ve ezgileriyle huzur bulduğum Merhum Aşık Veysel’in şu türküsünü günümüzü daha o zaman görüp yazdığına inanıyorum:


Beni hor görme kardeşim 
Sen altınsın ben tunç muyum 
Aynı vardan var olmuşuz 
Sen gümüşsün ben sac mıyım 

Ne var ise sende bende 
Aynı varlık her bedende 
Yarın mezara girende 
Sen toksun da ben aç mıyım 

Kimi molla kimi derviş 
Allah bize neler vermiş 
Kimi arı çiçek dermiş 
Sen balsın da ben cec miyim 

Topraktandır cümle beden 
Nefsini öldür ölmeden 
Böyle emretmiş yaradan 
Sen kalemsin ben uç muyum 

Tabiata Veysel aşık 
Topraktan olduk kardaşık 
Aynı yolcuyuz yoldaşık 
Sen yolcusun ben bac mıyım
  Nur içinde yat Veysel Baba…

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor