CERRECİLER

Evde, bağda, dağda en önemli eşyalardan sayılırdı cerreler. Su taşımaya ve içme suyunu korumaya yarardı. Topraktan küçüklü-büyüklü, çoğunlukla tek kulplu yapılır, pişirildikten sonra da pazara çıkardı. Şimdiki balıkçılar pazarı olduğu gibi cerreci ve sepetçi esnafına aitti. Cerrecide elbette, güveç, çömlek gibi akraba yan ürünler de satılırdı. Benzer şekilde, sepetlerin yanında da zembil, sele, küfe falan yarenlik ederdi.
Cerre yaz günlerinin soğutma makinesi gibiydi. Sırlanmadığı için mikroskopikten daha minik gözeneklerin sızdırığı su buharlaştıkça, yüzeyi soğur ve dolayısıyla cerredeki su bir süre sonra adam-akıllı serinlemiş olurdu. Çok küçüklerine bardak adı verilirdi ki, bunlar alsa alsa bir buçuk-iki litre su alırdı. Yazıya-mazıya(*) gidenler için pek yararlıydı. Adı üstünde, zaten kendi bardak ya, kafaya dikilir ve çeneden damlata damlata, aslında kana-kana su içilirdi.
Merhum peder, cerrecilerin şimdiki İnönü Parkı’nın olduğu yerde faaliyet gösterdiklerini anımsardı. Kent büyümüş, insanlar cerreci ocağından rahatsız olunca “istemezük!” makamında fasıl tutmuşlar. Bunun üzerine cerreciler tası tarağı toplayıp şimdiki Asri Mezarlık alanına taşınmışlar önce. Burası da öbür dünyaya transfer kapısı olunca, “Ver elini kiremithane!” deyip yeniden taşınmışlar.
Çocukluğumuzda hem Kiremithane taraflarında, hem de Adana’nın güneyindeki köylere yakın bazı alanlarda cerreciler, çömlekçiler vardı. Önce yavaş yavaş, sonraları ise hızla çekildiler. Günümüzde topraktan çanak-çömlek işi turistik örtüye bürünmüş gibi; Nevşehir’in Avanos’u, yanılmıyorsak, bu işin en büyük merkezi konumunda.
PLASTİK YAŞAM
Aslında cerrecileri bu denli azaltıp neredeyse dibine darı ektiren neden, plastik ürünlerin çoğalmasından oldu. Bardak plastik, çanak plastik, sürahi, şişe plastik… Toprağa göre çok daha hafif, ve en önemlisi, kırılmaz… Dediklerimize kanıp da plastiğe methiyeler dizdiğimizi düşünülmeye. Madalyonun öbür tarafına bakıldığında, bazı cinslerinin yüzey çizikleri nedeniyle mikrop yuvası haline gelmesi var. Kıymet-i harbiyesi olmadığı için de sokakların, bulvarların, parkların baş belası oldular. Öyle değil mi; göz attığınız her yerde plastik.
En fenası da, topraktaki varlığı her geçen gün arttırması. Yani, toprağımız adamakıllı kirleniyor. Yüzyıllar boyu çürüyüp bozunmayacağı için de, bir müddet sonra kamil toprağı elemedikçe tere-turp-maydanoz ekimi olmayacak.
İNÖNÜ PARKI’NI BIRAKINCA
Yine babamızdan dinlemiştik; cerreciler İnönü Parkı’nın bulunduğu alanı terk edince, boşalan yere ma’sereciler gelmiş. “Ma’sere”, Arapça; “sıkım işinin yapıldığı yer” anlamına gelir. Köfte sıkımı gibisi değil, zeytin, çiğit, üzüm, susam gibi yağı veya şurubu alınabilecek bitkisel ürünleri sıkıp yağını çıkaran yer yani… Bölgemizde en çok zeytin ve susam sıkan yerler anlamında kullanılırdı. Ma’sereci eğer susam çerçevesinde ise, tahin, tahin helvası akla gelirdi. Helvaya bulaşmış esnafımız da, istisnasız lokum ve cevizli sucuk ile akide, hamiri gibi şekerleri de üretirdi…
İçtenlikle yazıyorum; o yıllarda yediğimiz helvayı da, cevizli sucuğu da ne yazık ki artık bulamıyorum. O lezzet, o koku, o tuşe, o renk, o doku, bambaşkaydı canım!. O zamanın ustaları da, kalfaları da çok başkaydı çoook!.. Anlayacağınız, lezzetin tadı vardı eskiden. Şimdiki lezzetlerin tadı yok!.
(*) Yazı: kırlık yer, tarla; yazlık ein de bulunduğu bağ
