HÜKÜMETE DUYURMAYIN SEVGİLİLERİMİZ OLURDU

Bizim kuşak farklı bir eğitim gördü.

İlkokulu bitirince kızlardan ayırdılar.

Ortaokulu erkek-erkeğe okuduk. Tam biz mektebi bitirirken, “kızlar da alınacak” diye duyduk. Lisede zaten olamazdı. Çünkü iki lise vardı Adana’da; biri Erkek Lisesi, diğeri de Kız Lisesi. Erkekler Erkek Lisesi’ne taban teperdi, kızlar da Kız Lisesi’ne… Şehrin neresinde oturduğunuz, ne kadar yol yaptığınız fark etmezdi. Kızlar kız lisesine, erkekler erkek lisesine…

Sanat Okulu’nda da erkekler okurdu. Kızlar ise Enstitü’de meslek öğrenirdi… O zamanki büyüklerimiz aslı alafranga olan “Enstitü” sözcüğünü Adanacalaştırmıştı; kısaca “En üstü” der, meramını anlatırdı…

Ankara’ya gidinceye kadar kızlarla okuyamadık. Bizden sonrakiler ise hep karma okudular… Bir süredir oluşturulmaya çalışılan atmosfer desanırım bizim intikamımızı alamayacak; çünkü, biçare Atatürk karşıtları kızları erkeklerden ayırmak üzere çok yoğun fakat nafile emek harcıyor.

HEPİMİZİN BİRER SEVGİLİSİ VARDI

Erkek-erkeğe okuduğumuza bakmayın siz. Lise çağımızda, her birimizin mutlaka sevgilisi vardı. İddia ediyorum, her birimiz de tam kendi değer yargılarımıza ve hayallerimize uygun sevgili bulurduk. Boyu-bosu, tipi, saç şekli, göz rengi idealimizdeki ile olağanüstü örtüşürdü..

Şöyle olurdu…

Evimizin semtine göre, bir kısmımız Kız Enstitüsü yakınlarına, bir kısmımız da Kız Lisesi dolaylarına dadanırdık. Girip çıkan kızları birer birer inceledikten sonra, sevgili adaylarımızı aklımıza yazar, bir sonraki veya onu takip eden  gün tekrar eleme yaparak hangisinin sevgilimiz olduğunu  kararlaştırırdık. Bu, sevgiliye sahip olmanın ilk basamağı idi.

İkinci iş, seçilmiş sevgilimizin arkadaşlara gösterilmesi olurdu. Eğer bir arkadaşımız o kızı daha önceden beğenip kendine sevgili olarak tayin etmişse, racon gereği adaylardan bir başkasını, olmadı diğerini kabul ve ilan etmek zorunda kalırdık. Hiç kimse bir diğerinin sevgilisini beğenmez, beğenmeyi düşünemezdi bile.

Sevgililerimizi çok severdik.

Onları asla üzmedik, hiç bir zaman tartışmadık, kalplerini kırmadık, ağlatmadık… Zaten bunların hiç birini yapamazdık; istesek de yapamazdık. Çünkü, kızların hiç biri, kendini kimin sevildiğini bilemezdi. Yani, biz erkekler, kendi kendimize gelin-güvey olur, sevgilimize asla renk vermezdik. Kızın fark etmesi büyük ayıp sayılırdı. Sevgimiz tek taraflıydı. Her hangi bir kıza sevildiğini hissettirmek erkekliğe sığmıyor muydu, yoksa başka bir neden mi vardı, doğrusu bugün bunları düşünmek istemiyorum. Orta şiddette heyecan veren çok tatlı duygular yaşardık biz o diğer tarafı asla gözükmeyecek  aşklarımızla…

İMREN AYKUT BAKANIMIZ “BİLİYORDUK” DEMEZ Mİ!..

Siyaseti bıraktıktan sonra bir Adana gezisini beraber yaptığımız Çevre Eski Bakanımız İmren Aykut Hanım’la Baraj Gölü kenarındaki kafelerden (*) birine oturduk. İlk yaz olmalıydı ki hava sıcak, göl dolu idi. Sayın bakan çok hoşlandı ve oradan kalkmak istemedi. Çeneler de açılınca, o daldan, bu dala atlayarak türlü-çeşit konuları serdik ortaya. Birini kapatırken ötekini açtık. Sayın Bakan Adana Kız Lisesi Mezunu olduğunu söyledikten sonra, lafa nereden girdim, anımsamıyorum, o zamanki sevgililerimizden bahsettim. Tabii ki öğünmeyi de ihmal etmeyerek, “Fakat sizlerin ruhunuz bile duymazdı” dedim. Allah selamet versin, müthiş bir kahkaha patlattı ve nefes alabildiği ilk anda da lafı yapıştırdı: “Olur mu Nurettin Beyciğim, biz biliyorduk, hatta hanginizin hangimizi gözüne kestirdiğini bilen arkadaşlarımız bile vardı.”

Vay beee!..

Biz boşuna öğünmüşüz yıllar yılı “Ayıp olmasın diye çaktırmadığımızı” zannederek.

(*) Kafe sözcüğüne aklıma yatan bir Türkçe karşılık bulana karşılıksız hayır-dua var.

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık