CUMHURİYET KURULURKEN İHANET DİZ BOYU

Türkiye Cumuhriyeti’nin temellerini atan ve CHP’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk, en büyük ihaneti hep yakın çevresinden görmüştür. Bu ihanet odakları Atatürk’ün Cumuhriyeti ilan etmemesi için milletvekili seçilmesini engellemeye çalışmışlardır.

En yakın silah arkadaşlarından olan bu kişilerin amacı padişahlığın ve halifeliğin devam etmesidir. Bu kişiler daha sonra şariatçı bir parit olan ‘Serbest Cumhuriyetçi Fırka’yı kurarak Türkiye’de din ağırlıklı bir devlet yönetiminin arzusunda olduklarını ortaya koymuşlardır.

Yine bir başka ihanet grubunda, Atatürk’ün arka arkaya yaptığı devrimlerle Türkiye’yi çağdaş ülkeler seviyesine çıkarmasını engellemek için onu zehirleyerek ortadan kaldırma yolunu seçmişlerdir.

Nitekim Nutuk’u yazarken de, okurken de en çok zorlandığı bölüm, en yakın silah arkadaşlarıyla yollarının ayrıldığını hissetiği bölümdür.

Lozan günleriydi, İsmet İnönü ve Türk Heyeti 17 Kasım 1922 günü Lozan’a hareket etmişti. Aynı gün de Sultan (Padişah) Vahdettin’de İngiltere’ye sığınmıştı, Malaya zırhlısıyla Malta’ya doğru yola çıkmıştı.. Padişah kaçıyordu.

Aradan birkaç gün geçmişti. Lozan’da görüşmeler sürüyor, kıyamet kopuyordu. Bir gün Başbakan Rauf Bey, Gazi’nin TBMM’deki başkanlık odasına girerek onu Rafet Bale Paşa’nın Etlik’teki bağ evine akşam yemeğine davet eder.

Rauf bey, o günlerde Moskova Büyükelçimiz olan ve şimdi Ankara’da bulunan ortak arkadaşları Ali Fuat Cebesoy’un da (Salacaklı Fuat) bu yemekte buluşması için Gazi’nin onayını aldı.Gazi, Rauf Bey, Rafet Paşa, Fuat Paşa, akşam sofrada bir araya geldiler.

Hal-hatır sormalar henüz bitmiş, yemek bile henüz başlamamıştı ki.. Rauf Bey Gazi’ye dönüp; “Kemal dedi, davetimizi kabul edip geldiğin için teşekkür ederiz. Yemeğin yanı sıra seninle baş başa konuşmak istediğimiz bir konu var, bugün seninle ol konuyu da konuşmak istiyoruz.”

Hisleri Gazi’yi yanıltmazdı, bozuntuya vermedi, “Buyrun konuşalım” dedi.

Rauf bey eteğindeki taşları dökmeye başladı..

“Kemal!.. Bu meclis senden korkuyor, o yüzden sana gelemiyor, tüm şikayetler başbakan olarak bana geliyor…”

Gazi şaşırdı, belli etmemeye çalıştı, “Neyimden korkuyorlarmış” deyiverdi.

Rauf bey konuya doğrudan girdi. “Senin Cumhuriyet kuracağından korkuyorlar. Dedikodular giderek yayılıyor. Bazen o kadar abartıyorlar ki eline bir fırsat geçerse, senin padişahı bile bu ülkeden kovacağını söylüyorlar.”

Gazi, soğukkanlılığını korumaya çalışıyordu. Rauf bey ise içini dökmeye çalıştı. “Kemal! Bu vatan tehlikeye düştü, işgale uğradı. En çok sen çaba gösterdin, kurtardın, biz de sana yardım ettik. Şimdi vatan kurtuldu, bize göre EMANETİ SAHİBİNE iade etmenin zamanı geldi.”

Gazi yemek davetinin bir bahane olduğunu anlamıştı. “Peki Rauf, Sultan Vahdettin için sen ne düşünüyorsun” diye sordu.

Rauf bey, “Kemal, benim babam padişahın baş mubeyanlığını yaptı. Boğazım da padişahın ekmeği var. Şimdi o ekmek benim gırtladığımda. Ben yediğim ekmeğe ihanet etmem kardeşim. Benim rejim sorunum yok. Üstelik madem sordun, söyleyeyim… Padişah bir İslam halifesi, ben de müslümanım, dini terbiyem nedeniyle de padişaha bağlıyım. O makamlar uhrevi makamlar. Senin, benim gibi kişilerin ulaşabileceği makamlar değil. Kaldı ki, bu milletin yüzlerce yıldan bu yana alıştığı yönetimde mutlakiyet yönetimidir. Cumhuriyet değil.”

Ev sahibi Rafet Paşa’ya döndü “Sen ne diyorsun Rafet” diye sordu.

“Aynen Rauf bey gibi düşünüyorum, paşam” deyip kestirip attı Rafet Paşa.

Gazi, masadaki Ali Fuat Cebesoy’a “Senin görüşün Fuat” diye sordu.

Ail Fuat Cebesoy, Gazi’nin Harbiye’den sınıf, hatta sıra arkadaşıydı. İlişkileri daha da derindi. St.Joseph mezunuydu, yani askeri okuldan değil, sivil liseden Harbiye’ye biraz da geç katılmıştı. Okul komutanı Mustafa Kemal’i odasına çağırtmış ve iki genci birbirleriyle tanıştırmıştı. Selanikli Mustafa Kemal, Salacaklı Fuat… Ve Fuat’ı sınıfın çavuşu Mustafa Kemal’e emanet etmişti.

Fuat’ın Fransızcası çok iyiydi. Mustafa Kemal’e bu derste çok yardımı oldu. Giderek aralarında uzun yıllar sürecek bir dostluğun köprüleri atıldı. Mustafa Kemal Harbiye yılları boyunca her hafta sonu Fuat’ın Salacak’taki köşküne evi çıktı. O nedenle aralarında ilişki daha sıcak ve derindi.

Fuat; “Paşam” dedi. “Biliyorsunuz uzun süredir Moskova’dayım, duruma muttali değilim, izin verin bir kaç gün düşüneyim, cevabımı sonra veririm” der.

Yani o bile “Kemal ben senin yanındayım” diyemedi…

Masada olmayan dördüncü kişi, Kazım Karabekir Paşa ise Erzurum’daydı. Ve telefonun öbür ucunda, bu toplantıdan çıkacak sonucu bekliyordu.

Beşinci kişiyse kendisiydi. Anadolu’ya çıkan ilk beş komutan işte masadaydılar ve henüz devlet kurulmamıştı. Ama kozlar paylaşılıyordu.

“Benden ne istiyorsunuz” diye sordu Gazi. “Yarın kürsüye çık, bunları yapmayacağına söz ver” diye yanıtladı Rauf bey.

“Bana bir kağıt verin” bağ evinde gece yarısı kağıt bulamadılar, içtiği sigaranın kapağını yırttı ve arkasına hızla yazdı. “Günü geldiğinde padişahla ilgili kararı en yüce icrai oran olan TBMM verecektir” yüksek sesle okudu ve sordu; “Bu sizi ve Meclisi tatmin eder mi? Bunu yarın çıkıp okursam sizce Meclis tatmin olur mu?”

“Hah, işte bu olur. Bunu çık yarın kürsüden oku” dedi Rauf bey.

Sonra, buz gibi olmuştu. Ayrılırken, Etlik sırtlarından yeni bir gün ışıyordu. O günden itibaren Gazi yollarını da bu arkadaşlarından ayırmak zorunda olduğunu görmüştü.

Ertesi gün kürsüye çıktı ve yazdıklarını aynen okudu; Meclisle ve komutanlarla bir tartışmaya girmeden bu krizi atlatmalıydı. Öyle de yaptı. 1921 Anayasası’na göre Meclis her iki yılda bir seçim yapmak zorundaydı. Meclis 23 Nisan 1920’de açıldığına göre, seçimleri yenilemenin zamanı gelmişti. Doğal olarak da seçimlere gidildi.

Bunun üzerine yeni bir plan kurdular. Mustafa Kemal’i Meclise sokmamanın yolunu arayacaklardı. Seçim yasasını değiştirmeye karar verdiler. Erzurum Milletvekili Necati bey, Samsun Milletvekili Emin bey, Mersin Milletvekili Ali bey, emeklisi Çolak Selahattin bey, bir önerge hazırladılar. Buna göre;

1-Bundan böyle milletvekili adayının doğum yeri Misak-ı Milli sınırları içinde olmalı. Selanik sınır dışında kalmıştı.

2-Milletvekili adayları adaylığını koyduğu yerde en az beş yıl oturmuş olmalıydı.

Mustafa Kemal, o cephe, bu cephe hayatı boyu savaş meydanlarından başını kaldırmadığı için beş yılı bırak, beş ay oturduğu bir yer yoktu.

Hedef belliydi. Bu yasa özel olarak kendisi için hazırlanmaktaydı. Hem de en yakın silah arkadaşları tarafından. Bu önerge verilince, kürsüye çıktı ve avaz avaz…

“Doğum yerim Selanik Misak-ı Milli sınırları dışında, d evlet Selanik’i tek kurşun atmadan, Yunan’a verirken, bu millet bilsin ki ben bir diğer yurt köşesi DERNE’de savaşıyordum. Hiçbir yerde beş yıl oturamadım, doğru otursaydım, o zaman BİNGAZİ’de, DERME’de, SİNA’da, FİLİSTİN’de olamazdım.”

“Çanakkale’de, Kafkaslar’da, Sakarya’da olamazdım. Ama oralarda olmasaydım, bu efendilerin de doğum yerleri, Allah korusun, Misak-ı Milli sınırları dışında kalırdı. Şim di millete soruyor ve yanıtını milletden bekliyorum. Bu önergenin sahibi efendileri buraya gönderen millet onlar gibi mi düşünüyor.”

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor