CUMHURİYET’İ BİZE BÖYLE ÖĞRETTİLER

68 yıl kadar önce biz de çocuktuk… Birinci sınıfa gidiyordum (Fotoğraf). İnternet, bilgisayar yoktu.   Televizyon görmemiş, radyo işitmemiştik. Çoğumuz henüz sinema perdesini bile tanımıyorduk…

Atatürk’ü gören büyüklerimiz anlatırdı… Nur içinde yatsın, Babaannemiz için devlet ve sultan bir bütündü. Atatürk Dönemini anlatırken, “Atatürk Sultan olduğu zaman…” der, lafını sürdürürdü.  Atatürk’ü çok iyi tanıyorduk. Memleketi gavurlardan kurtaran kahramandı çünkü… Gavurun düşman, ama insafsız, imansız, vicdansız düşman anlamında kullanılan bir sözcük olduğunu da öğrenmiştik her nasılsa.

İğtişaş’ı da İşgali de anlatırdı büyüklerimiz… Ermeni Kilisesinde boğazlanan erkekleri, çırılçıplak edilip göğsünden çengellere asılan hamile kadınları ve süngü ile alınan bebeklerini… Fransız gavurunun insanlık dışı davranışlarını da sayısız kez dinlerdik..

Çanakkale’yi de… Bir de Yemen’denfazlaca bahsedilirdi ailede. Dedemizin şehit düştüğü yerdi. Çok, ama çoook uzaklarda bir yerdi ve aileden tek bir kişi bile görmemişti Yemen’i…

Kaç-Kaç, en çok dinlediğimiz ama gene de tekrar tekrar anlattırdığımız olay olarak adeta yaşamışız gibi kazınmıştır beynimize…

Zayıf, sipsivri çeneli, orta yaşlı, şalvarlı adam, ince çıtaya yapıştırılmış kağıt bayrak satıyordu. Dikkatimizi çekti, dükkanların tamamında ve bazı evlerde bayraklar asılmıştı. Ağabeylerden birine sorduk neler olup bittiğini; “Cumhuriyet, Cumhuriyet!..” dedi. Bir başkası tamamladı;  “Bayrakta da yazıyor, bak; Yaşasın Cumhuriyet!..”

O gün ve ertesi gün aile büyüklerimize anlattırdık Cumhuriyeti…

Yeterince kavramış değildik ama, Cumhuriyet’in pek önemli ve kutsal olduğundan emindik. Cumhuriyet Atatürk’tü… Cumhuriyet, esaretin düşmanıydı… Cumhuriyet, büyüklerimizi hapisten kurtaran “bir şey” olmalıydı… Cumhuriyet, demiryolu ve köprüydü… Cumhuriyet, ezandı, namazdı… Cumhuriyet, okuldu, müsavattı, adaletti…

‘MÜSAVAT’I SORDUK

“Eşitlik!” dediler… O gün, eşitliğin önemini anlatan babam, Kur’an-ı Kerim’den naklettiği Arapça ayetleri, anlayacağımız şekilde açıkladı uzun uzun…

Cumhuriyet öncesi yaşananları ilkokulun ilk senesinde öğretmişti aydınlık yüzlü, dalgalı kısa saçlı, japone kollu Şazimet Öğretmen. “Atatürk” dediğinde gözlerinde küçük şimşekler parlardı. Cumhuriyet’i en anlaşılır biçimde Şazimet Öğretmenden dinlemiştik… Cumhuriyet, fabrikaydı… Cumhuriyet, elektrikti… Cumhuriyet, pantolondu, şapkaydı, alfabe’ydi…

İlkokul birinci sınıfta, hepimizin fasulye kesesi vardı. Akşamdan ıslatılmış fasulye sabah kabukları soyulup ikiye ayrılarak kurutulurdu. Şazimet Öğretmen, “Şimdi fasulye kesemizi çıkarıyoruz ve Cumhuriyet yazıyoruz” dedi. Fasulyeleri, bombesi yukarıya gelecek şekilde uç uca dizerek yazdık. Öğretmenimiz, büyülü denilebilecek sözlerle o küçük beynimize ne güzel de yerleştirmişti Cumhuriyet’i…

Tek tek anlattırıyordu öğrettiklerini…

Sıra bize gelmeden önce pırıltılı bir cevap hazırlamıştık. Fakat adımızı söyler söylemez kalkınca ağzımızdan çıkan bambaşka üç sözcük oldu. O saniye, kendiliğinde gelmişti bunlar. Heyecan ve gurur dolu yüksek bir sesle söylemiştik:

“Cumhuriyet sizsiniz efendim!..”

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor