TAŞKÖPRÜ İLE BÜYÜK SAAT MERSİN’E NE ZAMAN GİDER?

Dünyanın en güvenli havaalanını Mersin’e taşıttık ya, helal olsun bize…

Yıllar önce Adana Radyosu’nu sırtlayıp Mersin’e götürmüşlerdi de, sesimizi çıkarmamıştık.

Baktılar, Adana’dan ses yok; Karayolları Bölge Müdürlüğü de, hooop, doğru Mersin’e…

Konservatuar için Mersin’de yer-yurt hazırlamışlardı ve taşınması için bilumum hazırlıklar tamamlanmıştı ki, sanat erbabı ayaklanıp Başkan Aytaç Durak’a başvurdu. Durak sokağa çıkıp birkaç saat içinde 20 bin imza toplayarak Ankara’yı sallayınca, ürküp bıraktılar.

Durmadılar…

Devlet Demir Yollarının en görkemli atölyesini de kaşla göz arasında alıp taşıyıverdiler Mersin’e…

Geriye ne kaldı, sırada neler var diye bakındım.

Sembol yapılarımızdan Taş Köprü var mesela…

Büyük Saat var…

Çatalan Köprüleri de aha, orada durup duruyor…

Ulu Cami ve Yağ Cami de tam Mersinlik ha!..

Merkez Cami kaldı; yok, o çok büyük, parasının yarısını da Adana halkı ödedi, götüremezler. Buna sevinebiliriz.

KABAHATİN BİR YARISI ÖBÜR YARISI DA BİZDE

En büyük şanssızlığımız ve de temel hatamız yerel basına ilgi göstermeyişimiz. Eskiden İstanbul ve Ankara gazeteleri trenle, iki gün sonra gelirdi. Zaman içinde, uçakla göndermeye başladılar. Onlar da ancak öğleden sonra ulaşabiliyordu. Yerel gazetelerimiz güçlüydü ve saygınlık düzeyi çok yüksekti. İki satırla toplumu yönlendiren, yöneticileri uyaran yazarlarımız, topal sineği görüp haber yapan muhabirlerimiz vardı. Gazetelerimiz satışlarıyla tüm masraflarını çıkarabiliyordu.

İSTANBUL BASININA “DUR” DİYEMEDİK!..

Teknik gelişti. İstanbul’daki basın kodamanları Ankara’da matbaa kurdular. Faks cij-hazı ile Ankara’ya geçen sayfalar burada basılıp kamyonlarla Anadolu’ya ulaştırıldı. Adana’ya da daha sabah ezanı okunureken geliyordu gazeteler. Bir de para, pul, apartman, yolculara kompartıman ve daha birçok armağan dağıtarak yerel basına darbe üstüne darbe vurdular. Öyle ki, Türkiye’nin en güçlü iki siyasi gazetesi, Zafer ve Ulus bile baş edemedi.  Bu iki gazete Ankara’da çıkıyordu.  Bir tek İzmir direndi ve güçlü gazeteciliğini korudu.

Toplum olarak en büyük özelliğimiz birbirimizi irdelemek, hatta insafsızca yermektir. Gözden düşürünceye uğraşırız.  Bu yüzden de kayıp üstüne kayıplar veririz. Yine de uslanmayız, aynı tutumu sürdürürüz. Bu özelliğimiz en çok da son 30 yıl içinde basınımıza da bulaştı. Açık söyleyeyim, “Yazarım haa!.. Bir yazarsam tebdilini de, feriştahını da şaşırırsın” diyen şantajcılar türedi. Basının saygınlık çıtası düştükçe düştü. Para karşılığı yalakalık yapanlar bile türedi. Bir süredir itibar peşinde olan yerel gazetelerimiz, ne yazık ki okur sıkıntısı çektiği için yeterli gücü gösteremiyor. Şu ahir ömrümde gördüm ki, kentin basını sesini etkileyici düzeyde duyuramıyorsa o kent de ha bire geriler, hatta havaalanını bile kaptırır. 

MİLLETVEKİLLERİMİZ HUY DEĞİŞTİRMELİ

Çok yazık, hatta pek çok çok yazık ki, milletvekillerimiz kendi aralarında partileri itibariyle ayrı kulvarda koşuyor. Önce partili, sonra Adanalı olduklarını gördükçe kentimiz adına çok üzülüyorum. Halbuki birçok kentin milletvekilleri, görüş ve parti farklılığına karşın kentleri söz konusu olduğunda birleşebiliyorlar. Havaalanı konusunda bugüne dek CHP’liler dışında tek bir vekilden tek laf işitmedik, işitemedik. Neden? Şundan… Bizimkiler spor kulübü tutar gibi parti esiri olmuşlar. Galibiyette de, yenilgide de takım nasıl bırakılmazsa, söz gelimi, memleketi uçuruma götürse de partiye bağlılık bırakılmıyor sanki.

Sonuç olarak, fikren hazırlanmak zorundayız; Taş Köprümüz de, Büyük Saatimiz de yerinden sökülüp Mersin’e taşınabilir. Öyle ya, 84 yıllık güzide havaalanımız (burada füvviiitt diye ıslık çalıyorum) uçurulduktan sonra… Di mi yani!..

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor