BEŞ KURUŞA SİNEMA

Onlar sinama derdi. Biz de öyle… Mektebe gidip okumayı sökünce tabelalarda sinama değil, sinema yazıldığını gördüm. Önceleri, yanlış yazdıklarını düşünür, hatta alay ederdim. Bir süre sonra baktım ki gazetelerde de sinama yok, sinema var, bu kez kendimle alay ettim. Bununla kalmadım, sinemaya sinama diyen oyun arkadaşlarına da gülmeye başladım.
Neriman Köksal, Aysel Tanju, Gönül Bayhan ve adını hatırlayamadığım kadın oyuncular filmlerde baldır bacak açıkta görünerek edepsizlik yaptıkları için babam, halalarımın askerlik çağına gelmiş çocuklarıyla bile sinemaya gitmeme izin vermezdi. Böylece, ahlaksız, edepsiz bir zirzop olarak değil de, edepli, terbiyeli bir aile çocuğu olarak büyümemi istiyordu.
SOKAKTA SİNEMA SADECE 5 KURUŞ
O yıllarda Adana sokaklarında, saysanız, gün boyu ya üç araç geçer ya da beş. Sokaktaki trafik seyyarların egemenliğindeydi. Sabahları ilk çağrı sütçüden gelir, onu atlı arabasıyla zibilci, yani çöp toplayan belediye görevlisi takip ederdi. Bisiklet tekerlekli arabayı iterek nafaka arayan sebzecilerin sayısını Allah bilirdi. Bir de, eşek arabası ile piyasaya çıkan sosyete sebzeciler vardı ki, bunların tezgahı daha da büyük olurdu. Öğleye doğru ve öğleden sonra da leblebiciler, dondurmacılar, biçiciler, kaynamış pancarcılar filan boy gösterirdi.
Saat 10 gibi, tablasız, arabasız esnaf sökün ederdi. Neler olmazdı ki aralarında… Kalaycı, lehimci, lastik ayakkabı tamirci, çörekçi, taze tatlıcı,naylon sakızcı, sülükçü, kaynamış nohutçu, süpürgeci, eskici… Ben en çok “5 Kuruşa sinamacı” ilgilendirirdi. Uzun süre sokak sinemasını denemek istedimse de baba korkusuyla cesaret edemedim. Sonunda, bir başka mahallede denk geldiğinde hayatımın ilk sinemasını zevkle izlemek nasip oldu.
SİNEMA, PERDEDE, SİNAMA İSE YOLDA
İlk sinema deneyimim, elinde plastik gövdeli, iki bakaçlı aygıtta oldu. Aygıy sinamacının elinde, gözlerim bakaçlardayken adam yandaki düğmeyi indirdikçe görüntü değişiyordu. Sanırım Tarzan konuluydu. Her sahneyi ezberlemiş olan sinamacı açıklama yaparak bir sonrakine geçiyordu. Görüntüler mükemmeldi. Üç boyutlu gibiydi. Zamanla, bu aygıta Stereoskop denildiğini öğrendim. Yuvarlak disketlere yerleştirilen filmler, bu aygıtta büyütülerek izleniyordu. Her diskette belli bir konu vardı. Orman, Mekke, Hayvanlar, vesaire, vesaire… Aygıtla uzun süredir karşılaşmıyorum ama elimdeki fotoğrafını buraya alıyorum. Sırası gelmişken, algılama hatası tabii, büyüklerin gittiğini sinema, sokaktakini ise sinama olarak belledim bir eyyam.
FİLMİ HAREKETLİ SOKAK SİNAMASI
Bir gün, sokağımızda hareketli sinama gösteren biri zuhur etti. Kontrplaktan yapılmış kundura kutusu büyüklüğünde bir kutu. Yalnız bunda dolar falan yoktu. Üç ayak sehpaya kurulmuştu. Üstünde ve altında küçük film bobinleri, önünde bakaç ve bir yanında da filmi çeviren kol vardı. Bu da beş kuruştu. Cesaret edip yaklaştım. Adam “Para peşin, kırmızı meşin” deyince parayı verdim. Gözümü bakaca dayadığım anda sinamacı kolu çevirmeye başladı. Gerçekten de hareketliydi gördüklerim. Sonradan öğrendim, sinema makinesindeki eski bir düzeneği alıp kutuya yerleştirmiş. Eline geçirdiği parça filmleri de birleştirip hizmete başlamış. Zaten izlenenlerde belli bir konu da yoktu; arabadaki çift öpüşmek üzereyken kovbou barda kavga çıkarıyor, kavga bitmeden goriller kadını kovalıyor…
İlkokuldayken “İstiklal Harbi” filmine götürdüler. Şehir Tiyatrosu aynı zamanda sinema olabiliyordu. Burada Atatürk’ü de gördük. İlk gerçek sinema deneyimimdi. Orta okula başladıktan sonra, kardeşlerimin ısrarı üzerine babamdan ayda bir sinema izni çıktı da, dünyayı tanımaya başladım. Terbiyeli mi yetiştim, terbiyesiz mi sorusuna kendim cevap verecek kadar edepsiz değilim…