TARIMDA TEK SUÇLU GİRDİLER Mİ?

Türkiye’de tarımın başkenti Adana… Şu sıralara çiftçiye selam vermeye dahi insan korkar oldu. “Selam verdim borçlu çıktım” deyimi şuanda ki durumu özetleyen en kısa cümle…
“Mazotun fiyatı bilmem neye çıktı?”, “Gübrenin fiyatı yüzde bilmem neye çıktı?”, “Tohumun ve ilaç parasını söylemiyorum bile” şu sıralar gazetecilerin en fazla duyduğu cümleler…
Türkiye akaryakıt ve döviz kurlarını çiftçinin anlattığı gibi… Peki dünyada bu durum sadece Türkiye’de mi? Hayatımda kıyaslama yapmayı hiç sevmedim. Bu yüzden elbette burada da kıyaslama yapmayacağım. Çiftçi 90’lı yıllarda da bu girdi fiyatlarından dert yanıyordu, milenyumun ilk yıllarında da, şimdi de…
Narenciye üreticisi farklı, tahıl üreticisi farklı, sebze üreticisi farklı farklı çözümlerden bahsediyor. Elbette çözümler kişiden kişiye, kurumdan kurama göre değişiklik gösteriyor.
Ben burada günümüzün iki farklı gerçeğini daha anlatmak istiyorum.
Ülkemizde biliyorsunuz üretilen ürünlerin bir kısmı ihracata bir kısmı da iç tüketime gönderiliyor. Geçen hafta bir ihracatçının anlattıkları beni fazlasıyla üzdü. İhracatçı ülkemizde yapılan üretimin dünya pazarındaki itibarının her geçen gün azaldığını anlattı.
Rusya’ya ihracat yapan kişi şöyle konuştu;
“Rusya’ya dünyanın pek çok ülkesinden tarım ürünü geliyor. Örneğin Mısır’dan gelen portakal orada rafta tek kalem duruyor. Ürünün hepsi aynı ebat ve kaliteye sahip duruyor. Yine Hollanda’dan gelen üründe kasasında tek bir standartta duruyor. Fakat Türkiye’den gelen narenciye orada yere dökülüyor. Bir öbek halinde duruyor. Çünkü Türkiye’den gelen ürün maalesef tek ebat ve kalitede değil. Bunu bildikleri için yere döküp kontrol ediyorlar. Güven vermediği için de fiyatı düşük kalıyor”
Gerçekten bu çok üzücü bir durum değil mi?
İhracatçı arkadaş bunun sebebini ise şöyle anlatıyor;
“Çukurova’da narenciye ağaçlarına çok büyük eziyetler yapılıyor. Başka ülkelerde narenciye ağaçlarında meyveler dalların altında kalır. Ama Adana’da narenciye ağaçlarında neredeyse yapraktan çok meyve var. Bugün Mısır’da, Hollanda’da bir narenciye ağacı 300 – 350 kilo meyve verirken, Adana’da bir ağaçtan 1 ton ürün almak için ağaca gece gündüz gübre veriliyor. Ve ürünü koruyabilmek için de sürekli zirai ilaç veriliyor. Bu uygulamalar hem kaliteyi düşüyor, hem de ürünün raf ömrünü kısaltıyor. Bu da ürünün değerini ucuzlattı gibi pazarını da daraltıyor”
İkinci konu ise elbette ürünlerin tarlada ucuz marketlerde pahalı olması hususu… Çiftçinin 20-30 kuruşa sattığı limon markette en ucuz 4 liraya satılıyor. Bu konudan elbette herkes rahatsız oluyor. Konuyla ilgili bakanlıklar devrede olmasına rağmen kamuoyunu rahatlatan bir açıklama gelmiyor. Çünkü marketçiler işin kılıfını çoktan bulmuş.
Örneğin marketçi tarladan 20 kuruşa aldığı ürün için mali müşavirine Ticaret Borsası’na vermek üzere bazı belgeler hazırlatıyor. İşte bu belgelerde marketçi bahçeden 20 kuruşa aldığı limonun fiyatını 3 TL gösterip fiyat tescilletmesi yapıyor. İşte bu işlem yapıldıktan sonra marketçiye kimse bir şey diyemiyor.
Çünkü marketçi 20 kuruşa aldığı limonu sanki gerçekten 3 TL’ye almış gibi gösteriyor. Sonra mı? Sonrasında 3 TL’ye vergi, kira, elektrik, su, personel gideri ve kar oranı ekleniyor, tüketiciye neredeyse 15 – 20 katı fiyatına satılıyor.
Böyle bir konudan Tarım ve Orman Bakanlığı ile Ticaret Bakanlığı ne kadar haberdar? Sahada denetim yapan bakanlık ekipleri bu işin ne kadarı gördüler?
Bence sahada denetim yapan ilgili bakanlık personellerinin işin birde bu yönünü araştırmasının ve incelemesinin çok faydalı olacağına inanıyorum…
