EVİMİZDE HALI 27 EKİM’DE SERİLİR 18 MAYIS’TA YENİDEN TOPLANIRDI

Annem, babaannemden öğrenmişti; evdeki halılar Cumhuriyet Bayramından bir veya iki gün önce serilir, 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramından bir veya iki gün sonra da yıkanıp naftalinlenerek kaldırılırdı. Zaten mahallemizdeki pek çok evde, bir veya iki gün farkla aynı uygulama yapılırdı diyebilirim.

İki katlıydı evimiz. Alt kat, serin ve soğuk zamanlarda hem oturma, hem de yemek odamızdı. Aslında, çok kalın duvarlı olduğu için yazın da serin sayılırdı. Arkasında, penceresiz bir oda daha vardı ki, burası ardiye ve kilerimizdi. İçinde, samanla güçlendirilmiş topraktan yapılma minicik iki silomuz vardı. Yanlış anımsamıyorsam her biri 100 kilo kadar buğday alabiliyordu. Üstleri tahta kapaklıydı. Altında yedi-sekiz santim çapında ve bezle tıkanan delik bulunuyordu. Yukarıdan doldurulan buğday, alttaki bez tıkaç çekilince şırıl şırıl leğene veya kovaya boşalırdı. Toprak olduğu için buğday kendi normal nemi ile kalır, asla küflenmez, bozulmazdı. Zaten birinde unluk çiğ, diğerinde de bulgur yapmak üzere kaynatılıp kurutulmuş buğday konulurdu. Evimizdeki bu iki yapıya “Bermil” denilirdi. Babam, o yıllarda, yani 1950’lerde, bir metresi taş, üstü kerpiçten kalın duvarlı evimizin en az yetmiş yaşında olduğunu söylerdi.

Üst kata, sofadan giriyorduk. Burası, yine iç içe geçmiş hem misafir hem de yatak odalarımızdı. Sofa, ben doğduktan hemen sonra ikinci  kata bitişik olarak üç yanı tuğla duvar olmak üzere ahşaptan yapılmış. Oluklu sac kaplı çatının alt yüzünde kontrplak vardı. Sofanın altı, avlumuzun kışın kullanılan alanı gibi avluya açılan boşluktu. Yağmurda, yaşta annem avludaki ocak yerine yaktığı maltızı buraya getirirdi. Mahluta ve mercimekli bulgur pilavının kömürde pişerken çıkardığı kokuyu çok özlediğimi söyleyebilirim.

Alt katta, annemin çeyiz olarak getirdiği küçük, üst katta ise Isparta işi bol güllü büyük halımız vardı. Bir de, yine üst katta, duvara bitişik L şeklindeki kirevitlerimizin (sonradan sedir de demeye başladık)  şerit biçiminde halıları vardı. Çok ilginçtir, taban halıları kışın serilir, yazın toplanırken, kirevit halıları da kışın toplanır, yazın serilirdi. Çünkü  kışa girerken kirevitlere göre dikilmiş ve hallaç tarafından yumuşatılmış pamuk minderlerin üstüne pilili kumaş kılıf geçirilir, aynı kumaştan giydirilmiş ot dolgulu sırt yastıkları da dizilmiş olurdu. Yazın bunlar toplanır ve tahta üstüne bahsettiğim yolluk biçimi halılar serilirdi.

O yıllarda halı yıkayıcılar yoktu ya da biz bilmiyorduk. Büyük avlumuzun yarısı beton, yarısı bahçeydi ve annem betona yaydığı halıyı, külle yumuşatılıp soda karıştırılmış suyla bir güzel yıkadıktan sonra tulumbadan çektiğimiz suyla defalarca durulayıp kuruturdu. Adamakıllı kuruduğuna emin olduktan sonra da eczaneden aldığımız taze naftalini serperek rulo haline getirip kaldırırdı. Naftalin, başta güve olmak üzere her türlü zararlı böceklere karşı koruyucu kimyasaldı.

Tulumbamızın önünde betondan yapılmış havuzcuk vardı. Bazı evlerde bu havuzcuğun taştan oyulmuşuna da rastlanırdı. Tabii hiç kimse bunlara havuzcuk demez, “curun” olarak bilirdi. Bahçemizde yediveren dölle (koruk asması), turunç, Adana’nın en çok yayılmış gelinduvağı, mis kokulu sarı çardak gülü (Mart başından Kasım sonuna kadar habire çiçek açardı ve ben o gülle bir daha karşılaşamadım), zeytin ve mandalina ağaçlarımız ile türlü çiçekler vardı. Sulama yapılacağında curunumuzu doldurur, buradan kovalarla su taşırdık.

Evimizde olmasını isteyip de hiçbir zaman yaptıramadığım şey, tavuk kümesiydi. Eve bit getirir diye annem de babam da asla bu isteğimi kabul etmediler.

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor