ABDÜLHAMİT GİTTİ, İĞTİŞAŞ BİTTİ AMA KENTİ HARAP ETMEYE YETTİ

ONDÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Sultan II. Abdülhamit’e karşı ayaklanmanın ertesi günü Adana’da İğtişaş başlamıştı. 27 Nisan günü Sultan tahttan indirildi ve aynı gün İğtişaş da sona erdi. Bu sırada, daha önce de yazdığımız gibi Mersin açıklarında İngilizin, Fransızın, Almanın savaş gemileri tadata (sayıma) hazırlanmış asker gibi dizilmişti. Bunların hepsine tesadüf denilebilir mi, bilmem; belki!.. Ama içimdeki ses, “Bu kadar da tesadüf olmaz” diyor.
Dünya’nın en eski kent merkezlerinden birine yayılmış olan Tepebağ, Kayalıbağ, Mermerli, Hamamkurbu, Kantaran ve Hocavezir, Sugediği, Yortan, Hacıbayram ve daha nice mahalleler harap olmuştu. Halbuki, buralardaki taş binaların mimari güzellikleri birbirleriyle yarış içindeydiler…
DÜNYA BASINI DA ADANA’YA GELDİ!
Ne kadar hasta olursa olsun, Osmanlı hâlâ büyük, çok büyüktü. Dünya milletleri, 6 asrı geçkin bir süredir kıtalara diz çöktüren fakat adaleti ile, çağdaşlığı ile tüm vicdanlarda saygınlığını güçlendirmiş Osmanlı’da yaprak kımıldamasyla bile ilgileniyorlardı…
Birçoğu da, leş yiyiciler misali, Osmanlı’nın gözünü kapamasını beklerken pür-dikkattiler. Birden bire ve benzine kibrit atılmış gibi patlayıp parlayan iğtişaş, tüm dünya basınında derhal yer buldu. Uzak diyarlardan gelen muhabirler, Adananın hemen her saatini telgrafla haber merkezlerine iletiyordu. Veee, tabii ki, belli merkezlerde hazırlanmış tezgâhlar da üretime geçirilerek “Sözde zavallı Hıristiyanlara yapılan barbarlıkları(!)” yaymaya başladılar… Cesetler toplanırken, feslileri de Ermeniler listesine ilave ederek gösterdiklerini işitmiştik büyüklerimizden. Amerika ve Avrupa basını, geçen günler içinde zavallılık ibresini Ermenilere yönelttiler. Sanki o kanlı çarpışmalarda sadece Ermeniler öldürülmüş, Hıristiyan evleri, işyerleri, kilise ve okulları zarar görmüş de, Müslümanların burnu bile kanamamıştı. Açık seçik belli ki, Batı Dünyası bu gelişmeleri Osmanlı’yı bir an evvel devirebilmek için fırsat yakalamış oluyordu.
Amaç, Türkler aleyhine geliştirilmiş kampanyaları daha da güçlendirmekti. Nitekim, Avrupa’dan sert tepkiler gelmeye başladı…
İstanbul’daki Saray’a dalga dalga gelen “Failleri bulup cezalandırın, zavallı(!) Ermenilerin yaralarını sarın!” emirleri de etkisini çabuk gösterdi. Saray, bir yandan 31 Mart Depremi’ne karşı koymaya çalışırken, diğer yandan da Adana Olayları üzerinde önemle duruyordu.
NERESİNDEN TUTARSAN ELİNDE KALACAK MİSALİ
Rakamlar ne kadar doğru, ne kadar hatalı bilinmez ama erişebildiğim kaynaklardan biri, Takvim-i i Vekayi Gazetesindeki açıklama. Tekirdağ Mebusu Hagop Babikyan’ın Adana’da yapılan araştırmalara dayanarak verdiği bilgiye göre, Çukurova’nın üçte ikisi yıkılmış. Osmanlı Bankası da 5 Milyonluk Zarar bildirmiş. O dönemin beş milyonu o kadar büyük para ki, bugün elimizde olsa Türkiye köprü, hastane, tünel ve havaalanı taksitlerini bile öder…
Beş Milyonluk zarar-ziyan konusu daha sonraki analizlerde aşırı abartı olarak değerlendirilmiş. Çünkü Adana’nın daha sonraki ekonomik değerlendirme tabloları, 1908 değerlerinden çok fazla sapma göstermemiş.
AHMET REMZİ BEY’E KULAĞIMIZI VERELİM
Yeni Adana Gazetesi’nin kurucusu Ahmet Remzi Bey’in notlarına dönelim…
“Hemen hemen şehrin en güzel mahalleleri yanarak kül oldu. Doğal olarak bu arada Ermenilere ait kısımlar da yanarak yok olmuştu. Bu olay üzerine Hareket Ordusundan gelen birlik duruma hakim oldu. Gereken yerleri tuttu. Sıkıyönetim ilân edildi. Kolu kırmızı işaretli, askeri polis örgütü kuruldu. Bu askeri polis örgütünün yönetimini, kurmay subaylardan Hüsrev Bey yüklenmişti. Kuvva-i Mürettebe Kumandanı Mehmet Ali Bey de güvenlik ve genel düzen işlerine el koydu: Geceleri sokağa çıkmak yasaklandı, sıkı bir düzen kuruldu. Olay nedeniyle Vali ve Kumandan azledilmişti. Bu sırada Adana Valiliğine Babanzade Zihni Paşa getirildi, ancak çok kalmadı, gitti.”
PAZARTESİ: DÜNYANIN YANLI BAKIŞI