ABDÜLMECİT ZAMANINDAKİ BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNE BELGE

Önceki akşam haberlerini izlerken gerildikçe gerildim, kasıldıkça kasıldım. Hitler’e bin kere rahmet okutan Netanyahu’nun insanlıkla asla bağdaşmayacak vahşeti, Mehmet Şimşek Bakanımızın yeni para kaynağı olarak yolları, köprüleri özelleştirme haberi üstüne bir de 30 yıllık gazeteci Tolga Şardan’ın tutuklandı ya!.. “Acaba yazsam mııı, yazmasam mı… Yazarsam nasıl yazmalıyım da zülf-ü yâre dokunmadan meramımı ifade edeyim” gibi düşünceler girdabında bocaladım. Sonunda, aklıma 5 ay önceki yazım geldi. Kusura bakmazsanız, aynı yazıyı tekrar veriyorum.
ŞÖYLEYDİ O YAZI
Oturduğumuz yerde zamanı yıllaaar yıllar gerisine taşımak çok kolay. Önemli olan taşıdığımız tarihteki yapım-edimleri özenle değerlendirmek.
İzninizle, sizi 163 yıl gerilere, Sultan Abdülmecit zamanına götüreceğim. Tarih, 22 Ekim 1860… Tercüman-ı Ahval (Durumların Tercümanı) Gazetesi o gün yayına başlamıştır. Eğitimli, umur görmüş ediplerimizden Şinasi “MUKADDİME”, yani Takdim başlığıyla kaleme aldığı başyazı’ya şöyle girmiş… Önce yayımlandığı dille verelim, ardından günümü Türkçesiyle sunalım; “Mâdem ki bir hey’et-i içtimaiyede yaşayan halk bunca vezaif-i kanuniye ile mükelleftir, elbette kal’en ve kalemen kendi vatanının menafiine dair beyan-ı efkâr etmeyi cümle-i hukuk-ı müktesebesinden addeyler…”
Çevirelim: “Mâdem ki bir sosyal toplumda yaşayan halk bunca yasal görevlerle sorumlu tutulmuştur, elbette sözle ve yazıyla kendi vatanının çıkarlarına ilişkin fikirlerini açıklamayı, doğal olarak kazanılmış haklar arasında sayar.”
Tekrar edelim; bu yazı günümüzden 163 yıl önceki gazetede çıkmıştır. Temelinde de, geleneklerimizin dayandığı “Sorumluluk hak doğurur” kavramı bulunuyor. Düzgün insan olmak, erkek için askerlik yapmak, vergi vermek, oy kullanmak, sürücü belgesiz direksiyona oturmamak nasıl yasal sorumluluklarımızdan sayılıyorsa, ülkemizin çıkarlarına ilişkin görüş ve fikirlerimizi kal’en, yani sözle veya kalemen, yani yazıyla açıklamak da bu görevlere karşılık hakkımız sayılır..
BİZ, BU DENKLEM IŞIĞINDA MIYIZ Kİ!
Sultan Abdülmecit Zamanındaki basın özgürlüğünün geleneksel sosyal yapı kapsamında böyle tarif edilmiş olması, günümüz vatandaşına en azından geçmişiyle gururlanma fırsatı verir. Dünya gibi biz de geçen zaman içinde sosyal yapımızı özgün gelenek ve göreneklerimize zarar vermeksizin ileriye götürme gayreti içinde olduk. “Az zamanda, çok ve önemli işler yaptık.” Fakat bunları yeterli göremeyiz. Özellikle yazar-çizer takımının, ülke çıkarlarını kendi öz filtrelerinde süzerek söz veya yazıyla halka duyurmaya çalışırken “Fincancı katırları ürker mi acaba?” biçiminde gelişebilecek endişeden uzak durması esas olmalı. Her kes her zaman doğru düşünmeyebilir. Düşünürken dar ufukta gördüklerine inanır ve o fikrin nasıl sorunlar yaratabileceğini göremeyebilir. O zaman da “Vayy namussuz, izansız vay!.. Vay terörist vayyy!.. Devlete karşı geliyorsun ha!..” deyip azarlamak hatta cezalandırmak yerine, “Dur bakalım bu dediklerinde doğru da nerede? Acaba neden böyle söylüyor? Böyle söylemesine yol açan acaba kendi hatamız mı?” diye analize neden yönelinmesin!.. 59 yıldan beri, yazarken son yıllardaki kadar tedirgin olmadım. Bazı tümcelerimi “Acaba terörist mi sayılırım?” diyerek değiştirmemiştim daha önceleri. Aslında siyasi yazıları siyaset uzmanlarına bırakmışım ve daha çok sosyal ve kültürel alanlardan seçerim konularımı. Yine de, ve az da olsa, endişelendiğim için kendim kendimden utanıyorum. Üstelik bugüne dek en ufak bir tenkit de duymamışım.