ADANA ERKEK LİSESİ BİLDİĞİM LİSE DEĞİL

Ortaokul bitmiş, sıra liseye gelmişti. Şanslı kuşaktık. “Hangi liseye gideceğim?” ya da “Acaba liseye gidebilecek miyim?” benzeri  endişelerimiz olmazdı. Adana’da iki lise vardı: Erkek Lisesi, Kız Lisesi… Erkekler Erkek Lisesi’ne, kızlar da Kız Lisesi’ne… Sınav yok, seçme yok, ücret yok… Ortaokul diploması, vesikalık altı fotoğraf, muhtardan ilmühaber ve bir de belediye doktorundan aşı kağıdı, o kadar…

Dosyam hazır, kendimi yazdırmak üzere lise yoluna düşmüşken İstiklal Ortaokulu’nun önünden geçiyorum… A-aaa!.. Söylenen doğruymuş. Bitirdiğimiz okula şimdi kızları da alıyorlar iyi mi? Şunu iki yıl evvel yapsalardı ya!.. Kaderimize hayıflanırken nasıl oldu bilmiyorum, içim kendi kendine o türküyü söylemeye başladı:

Oy miralay, miralay

Askerler alay, alay

Al kızları askere

Askerlik olsun kolay…

İçim türküyü söylerken zihnim de “Acaba liseyi de karma yaparlar mı?” sorusuna nedense olumsuz cevap veriyordu…  İçim doğru söylemişti. Adana Erkek Lisesi’ne bizden 11 yıl sonra, 1975’te yazıldı kızlar.

Kayıt sonrası, ana giriş tarafındaki yuvarlak havuzun başındaki  sohbete katıldık. “İnşallah, inşallah…” diyorduk, “Üç yıl sonra bu havuzda ıslanmak bize de nasip olacak”. Eskiden kalma adetti, lise diplomasını alan mutlaka ve giysileriyle havuzda ıslanmak zorundaydı. Bu hareket adeta diplomanın tasdiki gibi eylem sayılıyordu. Kırmızı balıklar hayli büyüktü, akvaryumlarda görülmeyecek kadar büyük… Yıllar sonra, Seyhan kenarındaki oltacının çektikleri arasında görünce öğrendim “Yerli Malı” olduklarını…

Bizden 3-4 yaş büyük ağabeylerimize kadar çok kalabalık olurmuş lise. Çünkü, bırakın beldeleri, ilçelerde bile lise yok, hatta bazılarında ortaokul bile yok. İmkânı olan Adana’ya atıyormuş kapağı. Biz okurken bile, Erzin’den de öğrenciler vardı. Batı tarafındaki sarı bina yapıldığı için derslik sayısı hayli artmıştı. Ne var ki, bu kez de öğretmen açığıyla karşılaşmıştık. Fabrika şeflerinden öğretmenimiz bile olmuştu ilk yıl. Yine de Fizik boş geçtiği için yıl sonunda 15 gün boyunca Öğretmen Okulu hocalarından Yusuf Altınkaya yoğun fizik dersi verdi de, sınava girdik ve tamamladık.

KADROLU AT BİLE VARDI!..

Müdürümüzün makam arabası faytondu. Okulumuzun ahırı, kadrolu arabacısı ve atları vardı. Arabacı, aynı zamanda tek tek sigara satıcısıydı. Paketi 90 kuruş olan Bafra sigarasını piyasaya taneyle 15 kuruşa sürerdi. Hatırlı müşterileri için veresiye defteri de vardı. Sadece Müdürümüz Nurullah Berberoğlu’nun bindiği ayton her zaman pırıl pırıldı. Nurullah Bey’den sonra gelen Ömer Lütfi Alpay ilk olarak at ve arabacı kadrosunu iptal etti. Artık müdürümüzün otomobili vardı.

Sahte karne endüstrisini de burada öğrendim. Kırık notlarla evdekileri üzmek istemeyen iyi yürekli öğrencilere hitap eden hayırlı hizmetti. Eve eli-yüzü düzgün karne götürmek isteyip de bunu normal yoldan beceremeyenler, iki buçuk lirayı bastırıp sahte boş karne alır, kendi notlarını kendi verirdi. Okula iade zamanı geldiğinde de, gerçek karneye sahte imza atılır, böylece aile efradının üzülmesi bir süre ertelenmiş olurdu.

Zamanımızda, ahır ve yemekhaneyi saymazsak, ikisi eski, biri yeni üç bina vardı ve bahçemiz çok genişti. Yıllar sonra ziyarete gittiğimde, o koca bahçenin binalarla yok edildiğini görüp üzüldüm ve kendi kendime söylendim: “Kendi gitti, adı kaldı yadigâr”.  Sırası gelince liseden daha yazılacaklar var…

 

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor